Psikiyatri Uzmanı Vedat Bilgiç ile filmlerle terapi…

Yazar:

Psikiyatri Uzmanı Vedat Bilgiç ile film okumaları üzerine Ayşe Tümtürk’ün röportajı:

“Film okumak, hayatı okumaktır” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

“Oku”, bir emir kipidir ve bize verilen ilk emirdir. Varlık âlemindeki her nesne veya hadise bir harftir ve bir kalem tarafından yazılmıştır. Okumak, bir işaretin, sembolün çözümlenmesidir. Sembolik olanın, fiziksel olanın anlam haline döndürülmesine okumak denir.

Okumak, sesli olarak bir şeylerin nakledilmesidir; şarkı okumak, ezan okumak gibi… Okumak, davet anlamı taşır. Hala halk arasında “Oku”, düğün davetiyesinin ismidir veya “meydan okumak” da bir çeşit davettir.

Hayatı, olayları ne adına okuduğumuz, yani bakış açımız, bizim okumamızı değiştirir. Örneğin, büyük balığın küçük balığı yutmasını, güçlü olanın zayıfı ezmesi gibi okuyabildiğimiz gibi, hayatın bir dayanışma olduğu, aslında o balığın diğerine gıda olarak yaratıldığı şeklinde de okuyabiliriz. Anadolu kültürüne göre acziyetin kudreti vardır.

“Tilki rızkını zor bulurken, bir serçe yavrusunun gıdası ağzına hazır getirilir.” Ama bu felsefi bakış, Batılı bir insanda tam tersi şeklinde olabilir. Yani insanı tanımlayan en belirgin özelliği ‘bakış açısı’dır, durduğu yerdir. Çünkü bakış açısı, onun okumasını, okuması da bakış açısını belirler. Okumak çok önemli yani…

Film okumanın psikiyatriyle bağlantısı nedir? Ruh sağlığına nasıl etkileri var?

Olaylara bakış açımızın, hayatı anlamlandırmamızın, bizim ruh sağlığımıza temel etkiler yaptığını belirtmek isterim. İşte sinema gibi sanat dalları, insanın savunma mekanizmalarını devre dışı bırakıp, kişiye bilinçdışı olarak bazı mesajlar veriyor. Biz de film okumalarımızda özel olarak seçtiğimiz filmlerle çözümlemeler yaparak, bilinçdışı mesajları bilinç düzeyine taşımak için bir takım analizler yapıyoruz.

Kişi, filmdeki karakterlerle kurduğu özdeşim nedeniyle çözümlemelerimizden yararlanıyor. Örneğin, ebeveyn çocuk ilişkilerini anlatan “Herkesin Keyfi Yerinde (Everybody is Fine)” isimli film, okumamızda çocuklarından kendi gerçekleştiremediği hayallerini gerçekleştirmesini bekleyen bir babanın, çocuklarına nasıl da olumsuz bir etki yaptığını anlatıyordu. Bu film ve konusu üzerinden bir psikiyatrist gözüyle sorunu ele aldığımızda, salondaki hemen herkes önemli farkındalıklar yaşıyor. Aslında benim yaptığım film okumalarının, her biri üç psikoterapi seansına denk psikoteropatik etki yaptığına inanıyorum. Çünkü sinemanın dolaylı anlatım biçimi, tıpkı masallarda olduğu gibi bilincimizi aşıp, bilinç dışımıza nüfuz ediyor. Tıpkı rüyalar gibi…



Sanatı bir psikoterapi aracı haline getirmek olmuş sizin yaptığınız… Gerçekten arada bir bağ var mı?

Psikoterapi bir sanattır, sanat da bir psikoterapi… Çünkü ikisi de içimizde var olan, ruhsal dünyamıza saplanıp kalmış açmazları, acıları, özlemleri, çatışmaları dış dünyaya aktarma, masaya yatırma ve ete-kemiğe büründürüp çözüm arama çabasıdır. Bu iki kavramın yaptığını yapan bir de rüyalar vardır. Sinema ve rüyaların ilişkisi, psikoterapide dikkatimizi sinemaya çekiyor.

Sinema ve rüyaların nasıl bir ilişkisi var?

Filmler, rüyaların beynimizi etkilediği şiddette bizi etkiler. Çünkü ikisinde de, başka bir gerçekliğin kısmen içine dalarız ve temsile kendimizi kaptırırız. Rüyaların güçlü etkisinden olsa gerek, rüya analizi herkese yaptırılmaz. Ben hastalarımla rüya analizi yapıyorum, çünkü rüyalar bizi ruhsal çatışmanın tam ortasına götürüyor.

Bazen terapide üç-beş seansta ulaşacağımız noktaya, bizi bir rüya hemen ulaştırabiliyor. Sinema da tıpkı rüya analizinde olduğu gibi, bizi sorunun kalbine götürür ve bizi bir rüya kadar etkiler. Kim rüyasında sürekli gördüğü bir hayal kahramanını sokakta görse kayıtsız kalabilir? Ekranda gördüğümüz ünlüleri sokakta görünce şaşırmamız buna benzer…

Film okumalarında neler yapıyorsunuz?

Bir film, her zaman bir anafikir üzerinde yürür. Bu anafikir genelde tek kelimedir. Ebeveyn-çocuk ilişkisi, adalet, iletişim, yalnızlık, ölüm, hastalık, aile gibi ana temalar örneğin… Terapilerde rüya analizi yaptığım gibi, halka yönelik sinema ve film okumaları da yapıyorum. Seçtiğim filmler, genelde hastalarımızın karşılaştığı sorunlarla ilgili oluyor.

Hastalarımı özellikle seçtiğim filmlere davet ediyorum. Özellikle psikoterapiye gelen ergenlik çatışması yaşayan ailelere, varoluşsal boşluk yaşayanlara, anlam arayışında olanlara, ilişki sorunu yaşayanlara, aşk acısı çekenlere kadar birçok hastama filmler, romanlar, kitaplar tavsiye ediyorum.

Yakında grup terapisi ile geleneksel meşk kültürünü harmanladığımız, grup terapiye müziği entegre ettiğimiz deneysel çalışmalara başlayacağız. Aslında hedeflerimiz sadece hastalarla sınırlı olmamalı, hastalardan çok daha büyük kitle hastalık adaylarıdır ki, bu hepimizde içine alan bütün toplum demektir. Sanat, müzik, film gibi araçları psikoterapinin alanına çekmeyi başardıkça, toplumsal anlamda kötüye giden ruh sağlığımızı belki biraz daha iyi bir yöne doğru çevirebiliriz. Nasıl ki toplumsal salgınlara karşı tüm sağlıklı bireyler aşılanıyor, sanatla da bu toplumun ruhu yeniden sağlık için aşılanmalıdır.

Bibliyoterapi, kişilere problemlerini çözmede veya kendilerini daha iyi tanıyıp anlamalarında, edebiyat eserlerinden yararlanma olarak tanımlanabilir. Film ve sinema terapisinde de, seyredilen film üzerinden hastalarla terapi uygulamasına denir. Örneğin, “Doğu Hikâyeleriyle Psikoterapi” diye yabancı bir yazarın kitabı vardır. Bizde de Mevlana, mesnevisinde hem öyküleriyle, hem de sanatıyla toplumsal psikoterapi yapmıştır. Sanat, en güzel toplumsal psikoterapidir. Bu nedenle ozanlar, âşıklar, her dönem toplumsal psikoterapistlerdir diyebiliriz. Çünkü insanın ya da toplumun ifade kanalıdır sanat…

Her film için terapi yapar denebilir mi?

Elbette hayır. Her film ruhumuza etki eder, ama bu etki faydalı olduğu gibi zararlı da olabilir. Örneğin son dönem Hollywood filmlerinde çok çarpıcı kaza, ölüm ve bedensel yaralanma sahneleri var. Bir durumun açıkça tasvir edilmesi sanat değildir. Günümüzde çoğu film, seyirciye olumsuz ruhsal etkiler yapıyor. Eğer film bir çözüm sunuyorsa, seyirci şanslıdır.

Günümüzde bazı filmler, işte tam da bu nedenle zararlıdır. Çözüm yerine çözümsüzlüğe iter izleyiciyi… Film bir anafikir içerir diyoruz her zaman, peki o zaman sormak istiyorum; şu anda izlediğiniz dizilerin anafikri nedir bir düşünün. Karşınıza çıkan sonuç sizi şaşırtacak. Bazen bu kadar saçmalık bilerek mi finanse ediliyor diye komplo teorileri kurmasam ve sanat üreticilerinin para kazanma ihtiraslarına vermesem, yapımcıları anlayamayacağım.

Son olarak bu kadar terapi, çocuk eğitimi ve aile ilişkileriyle uğraşan biri olarak, bütün bunlar aile hayatınıza nasıl yansıyor?

Bazı arkadaşlarım veya hastalarım ideal bir eş, ideal bir baba olup olmadığımı merak ediyor. Bir şeyleri bilmek ve deneyimlemek farklı şeyler. Ben genelde bilgiyi deneyimle eş tutarım. Çocuk eğitiminde çocuğumun olması ve deneyimlerim bana çok şey öğretti. Evli olmasaydım, aile sorunlarını elbette sadece kitaplardan okuyarak çözemezdim. İdeal olanı yaşayıp yaşamadığımı bilmiyorum, ama ailem için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Çok şükür onlar da, ben de mutluyuz.

 

 

 

 

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın