Annesinin ocakta taş kaynattığı dönemden zirveye!..

Yazar:

"Bu noktaya tırnaklarımı kazıyarak geldim…" Bu deyim belki de en çok, Burhan Demircan’a yakışıyor. Yeni nesil hayat hikayesini tam olarak bilmese de, Burhan Pazarlama’nın ünü çoktan sınırları aştı, uzak doğuya ulaştı. Vapurlarda promosyonlu seyyar satıcılık dönemini başlatan Türkiye’nin ilk profesyonel pazarlamacılarından Burhan Demircan, Kadıköy Life’a samimi konuştu.

Başarılı işadamı oldukça zor, bir o kadar da örnek hayatı ile dikkat çekiyor. 1970’li yıllarda Kadıköy başta olmak üzere İstanbul genelinde vapurlarda jilet ve dikiş iğnesi gibi gereçleri kendine has nazik üslubu ile pazarlayan Burhan Demircan’ın çabası, Yeşilçam filmlerinin vazgeçilmez sahneleri arasına da girdi. "Çocukluğun sana neleri hatırlatıyor" sorusu, 67 yaşındaki işadamı için "vapurlarda jilet, iğne satmak, bazen köprülerde yatmak" cümlesinden ibaret…

Sıfırdan zirveye yolculuk, manevi olarak hiç değiştirmemiş işadamını. Seyyar satıcılık dönemlerindeki sunum dilini değiştirmemesi, sohbetimizde konuşmasının sıcaklığına da yansıyor. Yaşam tarzını ilk gün ki gibi koruyan Burhan Demircan, fırsat buldukça yine giriyor vatandaşların arasına ve pazarlamak istediği ürünü kendine özgü sunumuyla satıyor. Çin,  Taylan, Bankong, Almanya ve Avusturya gibi uzak doğu ve Avrupa ülkelerinde pazarlama sektörünün tanınmış ismi Demircan, mütevazi bir yaşamda huzur bulduğunun da altını çiziyor.

Bir neslin değişimine acı gerçekler ile şahit olan Burhan Demircan ile Karaköy Vapur İskelesi’nde bir araya geldik. Uzun uzun "benim evim" dediği Kadıköy’e bakan işadamı, döktü içini…

"ÇOCUKLUĞUMDA SADECE ÇALIŞTIM, ÇALIŞTIM VE ÇALIŞTIM…"

Zor bir çocukluk dönemiydi aslında. Kemalettin Tuğcu’nun Köprü Altı Çocukları eserinin adıma yazıldığını bile düşündüğüm olmuştur. Önceleri simit, galeta ve gazete sattım. Babam döneminin külhanbeylerindendi. Yani, sözü geçen biriydi. Satıcılara jilet, iğne gibi ürünleri temin ederdi. Beni de vapur seyyar esnaflarından ayırmadı, çalıştırdı. Henüz 7 yaşındaydım, sunumumla ve kendime has pazarlama yöntemlerimle yetişkinlere oranla çok daha fazla satış yaptığımı görünce bana şart koştu, herkesin sattığının üç katı satmak zorundaydım. Aksi takdirde sonu, ne yazık ki dayaktı. İyi kazanıyordum aslında, ama bana hiç para kalmıyordu, karın tokluğuna işte. Korkumdan, "Şu 1 lirayı saklayayım, nereden haberi olacak ki" bile diyemezdim.

"TENCEREDE TAŞ KAYNATILARAK AVUTULMAYI YAŞADIM BEN…"

Çok yokluk gördüm. Hani Hz. Ömer’in filminde acıkan torunlarını avutmak için taş kaynatır ya nineleri, işte ben de onları yaşadım. Bir gün ocağın üzerinde tencere kaynıyordu, açtım baktım içine, taş vardı, annem görmesin baktığımı diye hemen kapattım; 9-10 yaşlarındaydım. Hiç unutmam.

"DAYANAMADIM, KÖYE KAÇTIM…"

Üzerimdeki baskılar artınca köyüme, Sinop’un Ayancık ilçesi Türkeli naiyesine kaçtım. Babam geldi ve buldu tabi. Nitekim, köyün ileri gelenlerin de tavsiyesi ile bu yolculuğunda ikinci evliliği gerçekleşti. Düğün gecesi 50 lira verdi içki almam için, ama ben parayı düşürmüştüm. Yediğim yumruğu hala unutmam. Sonrasında yeniden İstanbul yolları gözüktü.

"KÖTÜ BİR EVLİLİK DÖNEMİM OLDU…"

Şimdiki nesle özellikle söylemek istiyorum ki, kesinlikle askerlikten önce evlenmesinler. İlk evliliğimde anladım ki, birliktelik kararı vermeden önce anlaşıp anlaşamayacağını iyi test edeceksin. Bunun da getirdiği buhranlar ile birlikte hayat kabustu, ama bunu hiç ticaretime yansıtmadım, çalışmayı seviyordum.

İkinci eşim çeki düzen verdi hayatıma, daha güzel bir döneme girmiştim artık. Bu da hem işime, hem de sosyal yaşantıma yansıdı.

"KADIKÖY BENİM EVİM, AŞIĞIYIM, AMA DEĞİŞMESİ GERENLER VAR…"

Kadıköy hayatımın her gününde oldu benim, cennetim. Aşk, huzur, oldu bazen. Çünkü ekmeğimi Kadıköy’de kazandım ben, karnımı doyurdum, herkesi burada tanıdım. Dönemin Belediye Başkanı Cengiz Özyalçın’ın çok iyiliğini gördüm.

Bugüne bakacak olursak, Kadıköy çok sancılı dönemden geçiyor. Biraz daha temiz olmalı gözbebeğimiz. Her yerde işgaller var, sahilde büfeler başta olmak üzere çirkin görüntüler. Denize yakın yerler betondan arınmalı.

150 yılı aşkın tarihiyle orjinal Boğa Heykelimiz, her önüne gelenin zarar verebileceği bir noktada, Altıyol’da öylece duruyor. Bunu hangi akıl ve mantık alır? Bir tarihi eseri güvenlik zayiatı da olarak ulu orta bırakırsınız? Ya önlemini alırsınız korunması için, ya da daha farklı bir ortamda gelecek nesillere taşınması için Kadıköy’den de uzaklaşmadan halka açarsınız. Gelen üzerine çıkıyor, sprey boyalar sıkıyor, çiziyor, deliyor! Sonra bunun adı; "eserler halkla iç içe olmalı" diye lanse ediliyor. Olmaz, gerçekleri konuşalım. Boğa resmen magandalara katlettiriliyor!..

Çocukluğumda muavinlik de yaptım ben, bir minibüse tıka basa 45 kişi bindirirdik, araç yoktu o zamanlar çünkü, insanlar da kullanmak zorundaydı. Bugüne bakıyoruz, yarım asır geçmiş, hala dört teker, hala minibüsler. Yakışıyor mu Kadıköy’e?

Toplu taşıma modernize edilerek artmalı. Minibüsler ara hatlara verilmeli, yerine raylı sistem gelmeli. Böylece hem minibüsçüler ekmeklerini kazanmaya devam eder, hem de vatandaş rahatlar.

MODA ESKİSİ GİBİ DEĞİL ARTIK…

Moda, bir zamanlar modaydı. Hala moda ama, eskiden uzaklaşıyor, dokusunu kaybediyor.

Ben yüzmeyi Moda sahilinde öğrendim, şimdi ise sahillerimizin hali malum, yanına yaklaşamıyorsunuz.

Yine bir Fikirtepe değerlendirilemedi, kişisel olarak insanların orada yalnız bırakıldığını düşünüyorum. Benim gibi düşünenlerde bir hayli çok. Kentsel dönüşüm tedbirleri çok önceleri alınabilirdi, yerel yönetimlerde ihmal vardı.

Evet; seyyar Burhan’dan Burhan Pazarlama’ya… Ama ilk gün ki heyecanımı ve keyfi hissederim şimdileri de. Çin ve Taylan gibi uzak doğu, Almanya ve Bulgaristan gibi birçok Avrupa ülkeleri ile ticaretimi sürdürüyorum. Ama geçmişi unutmuyorum, unutmak da istemiyorum. Özellikle yeni nesil için söylemek istiyorum ki, en önemli değerleri zamandır. İyi değerlendirsinler. Bugün bakıyorum ki, Türkiye’de kimsenin elinden telefon düşmüyor. Sürekli en lüks telefonları alma merakı, iletişim çağında ellerinden telefon düşmeyerek dostlarıyla iletişimsiz kalmak!.. Bunlar iyi gelişmeler değil. Birçok ülke geziyorum ama, Türkiye’deki kadar telefon alma ve aşırı kullanma merakı olduğunu görmedim.

"ÜLKEMİZ GİBİ, YEMEKLERİMİZ GİBİSİ YOK…"

Yine ülkelerarası gezilerimde anladığım kadarıyla, ülkemizin yemekleri de bir başka. Bu lezzeti dünyanın hiçbir yerinde alamıyorum. Şangay’ın Uvi yerleşkesinde 3 güne yakın kaldığımda, artık hiçbir şey yiyemeyeceğimi düşünmüştüm. Bir Türk lokantası buldum ve kendimi içeri zor attım. O gün yediğim şiş kebap, bir başka geldi bana. (tebessüm ediyor)

"DEĞERLERİMİZİN VE KENDİMİZİN KIYMETİNİ BİLELİM…"

Son olarak altını çizmek isterim ki, değerlerimizi hiç bir zaman unutmamalıyız. Kendimizin, benliğimizin farkında olalım, isteyelim, çalışalım ve kazanalım. Eğer istersen, hayat gerçekten kazandırır…

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın