“Bir Hilal Uğruna” verilmişti Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Destanı

Yazar: Sertaç Kayserilioğlu

Taa Haydarpaşa’dan İzmir’in dağlarına uzanacaktı bedenleri… Çoğu; adı sanı okunmaz genç tabipler, künyesi bilinmez milislerdi onlar… Topların, ve mermilerin, ve bombaların gürültüsü içinde Memet’lere şifa vermek uğruna tertemiz alınlarından vurulup toprağa düşenlerdi… Yeşil çalıların örtüsü altında yatarken biten sadece hayatları değildi… Kan nehirlerinde yıkanıp boylu boyunca uzandıkları topraklarda, zamanla açelyalar orkideler bitecekti gayri… “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar” kervanındaydılar bundan böyle…

13 Kasım 1919 sabahı, Haydarpaşa’daki okullarının yüksek pencerelerinden denize doğru bakan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane öğrencileri, gördükleri manzara karşısında gözlerine inanamamıştı. Zira şehrin üzerine kapkara bir bulut çökmüş, Harb-i Umumi galibi İtilaf Devletleri’ne ait gemiler pay-i taht İstanbul’un masmavi sularını işgal etmiş, bir afra bir tafra Boğaz’ın sularına girmekteydi.

Oysa, dünyayı ta derinden sarsıp nice imparatorluklar yıkmış, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuş 1. Dünya Savaşı / Harb-i Umumi henüz bitmişti. O öğrenciler ki; daha dün 1914’ün Kasım’ında girdikleri Birinci Dünya Savaşı’yla silah altına alınmışlar, gösterdikleri kahramanlıklarla da asırlar sonra bile mektebin her koridorunda çınlayacak bir gerçek destanı Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin her taşına kazımışlardı.

Mekteb-i Tıbbiye

1915 yılında okulun 3, 4, 5’inci sınıflarda okuyan tıp öğrencilerinden kimi vatan sathı cephelerdeki değişik hastanelere atanmış, kimiyse 1915 Nisan’ında Çanakkale’ye, oradan da Gelibolu’ya geçerek muhtelif hastanelere dağılmışlardı. Tüm hoca ve öğrencilerin askeri birliklere dağıtımı yüzünden Mekteb-i Tıbbiye o yıl eğitime kapanmış ve “Hilal-i Ahmer Hastanesi” olarak hizmet vermişti.

1. Dünya Savaşı boyunca toplam 765 tıp öğrencisinden 346’sı geri dönmeyecek, 1915 yılında Tıbbiye’ye kaydolan 1. sınıf öğrencilerinin tamamı ise Çanakkale’de şehit düşecek ve bu nedenle de Mektebi Tıbbiye-i Şahane 1921 yılında hiç mezun veremeyecekti.

O dönemde Çanakkale cephesinde yaralanan askerlerin büyük kısmı 1915-1916 yılı boyunca İstanbul’a gönderilmekteydi. İstanbul’un çeşitli semtlerindeki resmi binalar ve okullar hastane haline getirilmiş, buralarda da hizmetler tıbbiyeli öğrenciler ile gönüllü hastabakıcıların gayretleriyle yürütülüyordu. Tıbbiye kadrosundaki kırk asistanın sadece dördü görevinin başında, geri kalan otuzaltısı cephelerdeydi. 1917 mezunlarının büyük bölümü üsteğmen rütbesiyle Suriye cephesinde Yıldırım Orduları gurubu emrine verilmişti.

Harp bittiğinde İşgal Kuvvetleri’nin ilk işi Mekteb-i Tıbbiye’yi işgal etmek olmuştu. Yatakhanenin bir bölümüne bir İskoç birliği yerleşmiş, genç tıbbiyeliler tavan aralarında ve çevre camilerde yatmak zorunda kalmışlardı.  Bu, 14 Mart 1827’den beri eğitim veren mektebin tarihinde talebelerinden ilk ayrı düşüş idi…

14 Mart 1919 günü Darülfünun konferans salonunda tertiplenen Tıphane-i Âmire’nin 92. kuruluş yılı kutlamasında kürsü alan vatansever şair/yazar Dr. Memduh Necdet’in; “İtiraf ediyoruz ki vatan, bilhassa onun kalbi olan İstanbul korkunç bir buhran geçiriyor. Ama korkmuyoruz… İstanbul bizimdir, çünkü şehitler ve tarih buradadır” cümlelerini bitirdiğinde salon alkıştan inleyecekti. Tıp Talebe Cemiyeti’nce işgal kuvvetlerini protesto amacıyla düzenlenen bu törenler, günümüzde “14 Mart Tıp Bayramı” olarak devam edecekti.

15 Mayıs 1919 günü İzmir işgal edilince,  İstanbul Darülfünunu Milli Mücadele’yi destekleme mitinglerini başlattı. Bildiriler Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri tarafından dağıtıldı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayıp 30 Ağustos’a gidecek yolda  “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane” çatısı altında buluşmuş o genç aslanları, artık bir yeni destan bekliyordu; Milli Mücadele…

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Destanı

20 Mayıs 1919’da Üsküdar’daki meydanda, 22 Mayıs’ta Kadıköy Meydanı’ndaki Şehr-i Emanet binası önünde, 23 Mayıs’ta Sultanahmet Meydanı’ndaki hep o görkemli mitinglerde, ön saflarda hep onlar vardı… Sıra fiili eylemler de yapmaya gelmişti artık.

O sıralarda, Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın ziyaret ederek övgüler saldığı Fenerbahçe Spor Kulübü, İşgal Orduları Komutanlığı’nca; “Müttefik Güçlere (İşgal Kuvvetlerine) karşı düşmanca bir tutum izleyen Fenerbahçe Spor Kulübü, İttihat ve Terakki Partisi’nin bir şubesi olup, Anadolu’daki Kuvay-i Milliye asilerine (!) silah ve cephane sağlamaktadır” cezası ile mühürlenmiş ve 2,5 ay süreyle kapısına süngülü bir İngiliz Birliği dikilmişti.

Bu durumda adres belliydi… Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri sayesinde Fenerbahçe Spor Kulübü o yıl en kalabalık üye sayısına ulaşıyor, kulübün Kurbağalıdere kıyısındaki binasında her gün hummalı bir çalışma yürütülüyordu. Tıbbiye öğrencilerinin hayatları pahasına İşgal Birlikleri’ne ait cephaneliklerden kaçırdıkları silah ve cephaneler kulüp binası alt katına getirilip saklanıyor, buradan da gece yarısı kayıklara yüklenip, açıkta bekleyen mavnalar aracılığında Karadeniz’den İnebolu’ya, oradan da cephelere iletiliyordu.

Nihayet, işgal olunmuş vatanımızın kurtarılması uğrunda Milli Mücadele için vereceğimiz İstiklal Savaşı fiilen de başlamıştı. Anadolu’mun evlerinde;  dolaplar, bohçalar ve sandıklar bir bir açılıyordu. Daha yaraları küllenmemiş 1. Dünya Savaşı sonunda hemen her evden çıkanlar ise aynıydı;  bir mavzer, kör mü kör bir kasatura,  Harb-i Umumi yorgunu bir matara ve de tabanı delik mi delik bir de postal…

Doğrusunu söylemek gerekirse bellerini saracak değil fişeklikleri,  kemerleri bile yoktu onların. Yeterli sayıda süngüleri, mavzerleri de… Kazma kürekleri ile önce siperlerini,  sonra da mezarlarını kazacaklardı. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane çatısı altındaki genç tıbbiyelilerin durumları ise çok farklı değildi genç Memet’lerden… Cephelere atılacakları bu dönemde sağlık çantalarında değil bistürileri, kininleri, morfinleri; pamukları, sargı bezleri bile yetersizdi.  Ama içlerindeki güç ve iman onları da cepheye sevk edecek, vatan ve al bayrak uğrunda kan dökenlere lokman hekim olduracaktı.

Sertaç KayserilioğluTaa Haydarpaşa’dan İzmir’in dağlarına uzanacaktı bedenleri. Çoğu; adı sanı okunmaz genç tabipler, künyeleri bilinmez milislerdi onlar… Topların ve mermilerin ve bombaların gürültüsü içinde Memet’lerine şifa vermek uğruna, onlarla birlikte tertemiz alınlarından vurulup toprağı öpenlerdi onlar… Dikenlerin ve yeşil çalıların örtüsü altında yatacaklardı gayri… Kan nehirlerinde yıkanıp boylu boyunca uzandıkları topraklarda, ne açelyalar ne orkideler bitecekti bundan böyle… Biten sadece hayatlarıydı gayri…

Gerek Çanakkale’de Harb-i Umumi’de,  gerek işgal döneminde Milli Mücadele’de, cephelere silah aktarma işlevi dâhil vatanın kurtarılmasında büyük paya sahip olan “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane” çatısı altında buluşmuş tüm talebeleri, her zaman büyük bir minnet ve rahmetle anıyoruz. Aziz vatanımız uğruna kan döküp can vermişlerin, kefenleri al bayrak, ruhları şad, mekânları cennet ola!

R. SERTAÇ KAYSERİLİOĞLU

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın