Edip Akbayram: Kadıköy’ün en güzel zamanlarını yaşadım!

Yazar: Haber Merkezi

Dile kolay; müzikle, şarkılarla, sahnelerle dolu 45 yıl! Türkiye ve birçok ülkede gerçekleştirdiği her konserin ardından soluğu aldığı tek yer oldu; “Evim, her şeyim” dediği Moda ve Kadıköy… Uzun süredir medyaya kapalı durmayı tercih eden Edip Akbayram, sevenlerine sürpriz yaptı ve özel röportajımızda çok samimi açıklamalarda bulundu.

Yüzünden eksik olmayan tatlı tebessümü, bembeyaz saçları, on yıllar öncesinden bugüne değişmeyen ve sanki daha da güzelleşen ses tonuyla Edip Akbayram ile geçen her diyalogda yarım asırlık bir Kadıköylülüğün ağırlığını, gerçek sanatçı-yorumculuğun hassasiyetini ve sıcak kişiliğini hissetmemek imkânsız. Karşılıklı birkaç dakikalık sohbetinizde iç sesinizin kulağınıza “Şarkılarındaki his ve özgün yorumunu şimdi daha iyi anlıyorum” dediğini duyuyorsunuz. İşte, “Moda artık Türkiye’nin Hollywood’u oldu” diyen usta sanatçı ile keyifli buluşmamızın ayrıntıları…

Edip Akbayram

En az 500 ödüle layık görüldünüz. Bu size ne hissettiriyor?

Yıllar gidiyor… Şöyle bir geriye bakıyorum; profesyonel müzik hayatı olmuş 45 yıl, bunu hatırlatıyor bana. Bu arada hemen hemen yarım asırlık da Modalıyım, Kadıköylüyüm.

Kadıköy ile yolunuz nasıl kesişti?

1970 yılında üniversite sınavları için İstanbul’a gelmiştim. Diş hekimliğini kazandım ama gidemedim. Nişantaşı’nda üç arkadaş uygun fiyatlı bir ev tuttuk. Bir gün “Karşıda deniz kıyısında Moda varmış, bir gidelim” dedik ve çay içmeye geldik. Şimdiki gibi değildi; yemyeşil, bahçeler içinde, trafik yok, o an aşık oldum. “Ben burada yaşamak istiyorum” dedim, arkadaşlarım gitti ve ben buraya taşındım.  Kalış o kalış.

En çok neler değişti?

Çevre tabi… Kadıköy’ün en güzel zamanlarını yaşadığım için şanslıyım. Moda Burnu’nda saat 17.00 gibi sandala biner, üç arkadaş istavrit, lüfer yakalardık. 30 yıl önceleriydi, deniz henüz kirlenmemişti. Koca koca lüferlerden iki üç tane kendimize alır, geri kalanlarını komşularımıza dağıtırdık. O güzel denizimizden çıkan balıklar evlerde pişirilirken, mis gibi kokuları yayılırdı. Şimdi çıkın balığa, bakalım bir kilo istavrit var mı? En son Marmara Denizi’nde 30 yıl önce yüzdüm, suya girdim. Şimdi mümkün mü?

Edip Akbayram

Daha öncesine gidersek?

Aslen Gaziantepli olduğumu takipçilerimden bilmeyen yok gibi. Babamın dizleri üzerinde Antep türküleri, ağıtlar, barak havaları ile büyüdüm. Lise yıllarında Gaziantep’te Siyah Örümcekler Orkestrası’nı kurduk. Okul etkinlikleri, düğünler, çeşitli organizasyonlar ile birlikte “Güzel sesli Edip Akbayram” diye yavaş yavaş kendi çevremde tanınmaya başlamıştım. Antep’in küçük plakçısı, “Gelin size İstanbul’da plak yapalım” dedi. Nasıl bir sevinç, anlatamam. Para kazanmayı gözüm görmüyor, tek hayalim bir 45’lik plağım olacak, hem de lisedeyken. Geldik, amatör ruhla profesyonel stüdyoda iki gün kayıt yaptık. Neşet Ertaş’ı takip ediyordum hep, “Kendim ettim kendim buldum” eserini söyledim. Plak özellikle güneydoğuda çok sükse yaptı. Sonra bir önceki kuşağımız Cem Karaca ve birkaç profesyonel sanatçı da heyecanla bulduğum bu parçayı yorumladı.

1972 yılında “Altın Mikrofon” ödülünüzün kariyerinizde etkisi nasıl oldu?

İlk Altın Mikrofon’umu Aşık Veysel’in “Kükredi Çimenler” şiirini besteleyerek kazanmıştım. O günden sonra Edip Akbayram çizgisi oluşmaya başladı. Sonrasında Anadolu Rock gibi karışımlarla çizgi oturdu. Hababam Sınıfı’nın getirdiği anılar da bambaşka…

Yeni konserleriniz başladı. Heyecanlı mısınız?

Tabi ki, hem de ilk günkü gibi, abartısız söylüyorum. Konsere çıkmadan iki üç gün önce acı tatlı, soğuk sıcak her şeye dikkat ediyorum. “Acaba orkestra nasıl olacak, konserde aksilik olur mu?” diye sorular sorup, hazırlıkları tek tek kontrol ediyorum. İlk sahneye çıktığım heyecanı, inanın şimdi de duyuyorum.

Edip AkbayramFestivalde 15 bin kişi ile yine rekor kırdınız?

Tekirdağ’da Kiraz Festivali, evet… Kapanış konserini gerçekleştirdim ve çok keyif aldığım organizasyonlardan biri oldu. Beraber söyledik, anılara gittik ve bir dip not; Trakya insanı bambaşka, müziğe çok farklı yatkınlığı var.

45. sanat yılınızı kutluyorsunuz. Sürprizler var mı? Yeni bir albüm?

Bostancı Gösteri Merkezi’nde 45. sanat yılımı kutladım. Biletlerimiz bir hafta öncesinden tükenmişti, oldukça duygulandım. Şimdi de “Güzel Günler Göreceğiz 45. Yıl Konserleri” adıyla tüm Anadolu’ya yayılacak konserler serisini başlattım. Önceliğim, albümden ziyade konserler. Ne yazık ki geçen yıl üzücü toplumsal olaylar meydana gelmişti. Ertelenen konserlerim de vardı. Yeni bir albüm için ise çok ciddi zaman ve emek harcamalıyım.

Albümde kaliteye vurgu yapmışken, şimdiki albüm çalışmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Elbet güzelleri var ancak, çoğu yok olup gidiyor. Bir albümle bir yere geldiklerini zannedenler, ikincisinde dibe vuruyorlar. Müzik ve sanat, çok uzun bir maratondur. Bakın dünyanın en iyi gitarcısına, basçısına, her gün egzersiz yaparlar. Çalışmak çok önemli. Birinci basamağı ağır ağır çıkacaksın, yoksa çabuk düşersin.  Son 10 senede üç bine yakın, ilk albümünden sonra adı bile anılmayan sanatçı adayları gördü bu toplum.

Bu noktada müzikseverlere ne görev düşüyor?

Toplumumuz şarkıcı ve sanatçıyı ayırabilirse, sanat adına çok önemli adım atılmış olur. Yorumculuk, şarkıcılık, sanatçılık, bunlar birbirinden farklıdır diye düşünüyorum.

Mutlu aile yaşantısı?

Bu da sanatı, müziği olumlu etkiliyor. Eşim Ayten Hanım ile 1979 yılında dünya evine girdik. Oğlum Ozan, sonra da kızım Türkü dünyaya geldi. İkisi de bizden parçalar taşıyorlar, aynı zamanda kendi işlerini de yapıyorlar. Türkü iyi bir müzisyen, klasik müzik eğitimi de aldı, sahnelerde bayan vokalim olarak birlikteyiz. Oğlum da iyi bir gitarcı, etnik müzik yapıyor. Eşim Ayten Hanım ile birlikte yaklaşık 50 yıldır Moda’da oturuyoruz, o da resim ve seramik sanatçısı.

Edip Akbayram

Kadıköy sizin için ne demek?

Cumhuriyet demek! Hatta Moda, başlı başına bir Cumhuriyet gibi diyebilirim. Burası çok çağdaş insanların yaşadığı, nezih bir semt. Açık konuşayım; içeni de içmeyeni de, açığı da kapalısı da, çevrecisiyle de herkes uyum içinde, birbirine saygı duyuyor. 50 senedir buradayım, dünyada her şey kozmopolitleşti ama Moda’mız dayanıklı, çok etkilenmedi, çağdaşlığını sürdürüyor.

Kendinizi en çok nerede özgür hissediyorsunuz?

Moda’da, Kadıköy’de… Her şeyin bir bedeli var. Paris Şanzelize’de bir kafede oturuyorum, “Aaa Edip abi gelmiş” diyorlar, başlıyor imza ve fotoğraf istekleri ardı ardına. Yanlış anlaşılmasın, beni sevenleri ben onlar kadar çok seviyorum. Ama sokaklarda hep böyle, birkaç dakikalığına diye çıkıp saatler geçiyor (tebessüm ediyor). Yine örneğin Almanya Köln’de, Don Katedrali’nin önünde kahve içiyorum, Alman’dan çok Türk var ve başlıyor fotoğraflar, imzalar. İşte bu da benim özgürlüğüm, sevenlerimle kucaklaşmak. Ama kendimle başbaşa kalabildiğim yer olarak diyorsanız, kesinlikle Moda derim. 50 yıldır herkes birbirini tanıyor, birbirimize el kaldırıp selam verip, olağan komşular gibi üç beş kelam ediyoruz.

Edip Akbayram

Toplumsal gelişmelere olan refleksiniz, sevenleriniz tarafından iyi biliniyor. Bu yönünüzü dünden bugüne nasıl özetlersiniz?

Sanatçı, toplumdan kopamaz ki… Koparsa, yaptığı da sanat olmaz. Son zamanlarda sevgiye çok ihtiyacımız var. Paylaşamadığımız bir sevgi kaldı. O da giderse, insanlar biter. Toplumumuzda kutuplaşma çok fazla oldu. Bu da beni epey üzüyor, bir sanatçı olarak bunu çok net gözlemliyorum. Gündemi sıkı takip ediyorum. Bu topraklar içerisinde, bayrağımız altında, bu sınırlar içinde yaşayanın kimliği ne olursa olsun, hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşıdır. Ancak özellikle son 10 yıldır bir kimlik siyaseti aldı başını gidiyor. Diyaloglarda, haberlerde, her yerde kimlikler ön plana çıkıyor. Buna çok üzülüyorum. Ben kişiye insan olarak bakıyorum. Herkes bunu başarabilirse, kişisel kimlik kavgalarına son vermiş oluruz. Bir örnek vereyim, kiracım Ermeni kökenlidir. Çocukları elimde doğdu, onlara torunum gibi bakıyorum. Aramızda bu kadar güzel bir sevgi alışverişi var.

Kadıköy’den sonra ikinci eviniz Kapadokya oldu. Nasıl geçiyor Kapadokya ayları…

Bir süredir yılın yarısı Kadıköy, diğer yarısında da Kapadokya’da oluyorum. Eşimin resim ve seramik atölyesi var. Ben de rehber gibiyim; balonlar, yer altı şehirleri, köyler, vadiler, geziyor ve büyük keyif alıyorum. Sanatçının boş zamanı yoktur, yine bu arada işimize devam… Türkiye’nin dört bir yanından çeşitli besteler, eserler geliyor. Evimdeki stüdyomda onları iyiden iyiye inceliyorum. Çünkü, sonraki yılları şimdiden oluşturmak gerekiyor.

Son olarak okurlarımıza ve sanatseverlere mesajınız?

Sanatı yaşayın, sanatla nefes alın, benliğinizi bulun ve sanatla kalın…

Edip Akbayram

Edip Akbayram, kızı Türkü ile aynı sahnede…

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın