Kadıköy’de edebiyatın gülümseyen bir yüzü; Mehmet Başaran…

Yazar:

“Sana bir kitap armağan edeceğim Nusret Karaca, ancak üzerini sen yaz…”

“Bu ne güven” diyorum kendi kendime… “O zaman Haliç’in çocuğuna, Nusret Karaca’ya…” diyorum. O gülümsüyor…

Ben de Mehmet Başaran’ın “Dilim Dilim Anadilim” adlı yeni kitabının ilk sayfasına bu notu düşüyorum. İmzalıyor, ancak eklemeler yaparak. Okuyunca “Ben bu övgüyü hak ettim mi?” diye soruyorum kendi kendime, öylesine bir mutluluk anı…

Yazın dünyasında bir usta Mehmet Başaran, bir bilge kişi… Köy Enstitüsü kökenli bir eğitimci… Ağabey, arkadaş ve dost… Kadıköy’de aramızda dolaşan güzel insanlardan biri o…

Aslında Mehmet Başaran ile konuşmak, onunla ilgili yazmak benim için bir cesaret işi… Ne zaman bir toplantıda rastlaşsak, gündemle ilgili konularda aralara kibarca girip düzeltmeler yapar. Bu düzeltmelerin artılarıyla ayrılır o toplantılardan…

“Okuyan insan, insan yaratıcılığının en soylu ürünüdür kitap; özsuyudur, özgürleşme eyleminin” der Başaran… Ona göre; kitabın ekmekle bir tutulduğu yerde, bol oksijenli bir hava gibi ciğerleri doldurur insan hakları; korkuların, baskıların karanlığı dağılır. Bilginin, bilincin aydınlığında daha yaşanası hale gelir dünya…

Okumak, kurtulma, özgür olma gücü kazandırır kişiye çünkü… Ancak gelişmeye, değişmeye karşı olanlar kitaba ve okumaya düşmandırlar… Uyanıp bilinçlenmelerine, özgürleşme gücü kazanmalarını istemezler insanların… Yasaklar ve kısıtlamalarla suları bulandırarak, egemenliklerini sürdürmeye çalışırlar.

“Dilim Dilim Anadilim” adlı yapıtında, bu düşünceleriyle örtüşen A. Kadir’e ait “Öğrenmeye Övgüden”den dizeler almış usta:

"Sen evsiz barksız okula git
Sen tirtir titreyen yut bilgiyi
Sen aç ve çıplak al, kitabı eline"

Mehmet Başaran, yazdığına yüreğini koyan bir yazar… Eyüboğlu’na göre; “Yazdığına yüreğini koymayan yazar, kandırsa da doyurmaz, seslense de uyarmaz. Doyurucu ve uyarıcı olmalıdır yazar…”

Günlük yaşamımızda Türkçe’nin yabancı sözcüklerle nasıl bozulmak istendiğini örneklerle görüyoruz. Mehmet Başaran, bu yapıtında Mustafa Kemal Atatürk’ün dil konusundaki düşüncelerinden de alıntılar sunuyor. “Ulusal eğitimi kavramakta artık hiçbir karanlık yön kalmamıştır. Bir kere ulusal eğitim ilke olarak alındıktan sonra, onun dilin yöntemine ve araçlarını da ulusal hale sokmanın gerekliliği tartışılmaz olur” diyen Mehmet Başaran; “Dil, bireye toplumun bağışladığı en güzel yurttur. Dil tarihtir, coğrafyadır, tüm değerlerin yaşandığı alandır. Duyarlılığımızı, düşüncelerimizi, yaratıcılığımızı besleyen en verimli topraktır. Geçmişi, geleceği, sonsuzu kaplayan bir dünyadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın Yüce Önderi, bir toplumun ancak diliyle var olabileceğini belirtmiştir. ‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır’ derken, dili yurtla özdeşleştirmektedir” diye sözlerine devam ediyor.

Dilim, dilim, anadilim… Seni yazarken, seni konuşurken, ne yanlışlar yapıyoruz kim bilir?.. Bu yazıda bile neler çıkar bilemem. Olsun! Nasıl olsa Başaran Öğretmenim var. Okur, “Böyle böyle yazsaydın” ya da “yazmalıydın” der gülümseyen yüz ifadesiyle… Ben de yeni bir şeyler daha öğrenirim.

İşte edebiyatımızın gülümseyen yüzü Mehmet Başaran… Türkülerle, şiirlerle, şarkılarla, nice güzel günlere Başaran Öğretmenim… İyi ki sizi tanıdım. İyi ki sizin gibi eğitimciler var. Ve iyi ki “Yanından kâğıdı kalemi ayırma” demiş Salah Birsel… Elimde kağıt, kalem sizleri yazıyorum…




k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın