Sanata adanmış bir ömürden ölümsüzlüğe: Cengiz Sezici

Yazar: Pınar Baltacı

Bu zamana kadar sayısız film, dizi ve tiyatro oyunuyla karşımıza çıkan usta oyuncu Cengiz Sezici, İstanbul’a yerleştiği ilk yıllardan bu yana Modalı. Moda Caddesi’nde yer alan evinin penceresinden mahalle sakinlerini ve sevenlerini selamlayan, uzun sohbetlere dalan Sezici’nin geçtiğimiz ağustos ayında gerçekleşen vefatı, özellikle Kadıköylüleri yasa boğmuştu. Hayata gözlerini kapamadan kısa süre önce son röportajını Kadıköy Life Dergisi’ne veren Cengiz Sezici ile sohbetimizin detayları için buyurun…

Haydi gelin, Adana’ya gidiyoruz. Çünkü Cengiz Sezici, ilk defa tiyatroyla o topraklarda tanışıyor. Kente gelen tiyatroların provaları, dönemin devrimci öğretmenleri tarafından kurulan Devrimci Öğretmenler Derneği’nde gerçekleştiriliyor. Cengiz Sezici, top beşinde bir liseli… “Arkadaşlarım sık sık sinemaya gider, ben her fırsatta futbola kaçardım” diyerek özetliyor o dönemleri. Bir gün yine Adana’da tiyatro provaları, “Bu rol böyle mi oynanır?” diye bir ses… Yönetmenin dikkatini çeken bu çıkış, sonraları Türkiye’nin en önemli karakter oyuncularından birini yaratıyor. “Çık sen oyna o zaman” diyen yönetmen, o zamanlar Türk sinemasına büyük bir oyuncu kazandıracağından bihaber… Ardından gelsin tiyatrolar, sinema filmleri, televizyon dizileri… Kült filmlerin kilit rollerini de üstleniyor Cengiz Sezici:

Cengiz Sezici
“BEN HEP TİYATRO DEDİM”

“1969 senesiydi sanıyorum. O zamanlar Adana’da Çukurova Bölge Tiyatrosu isimli bir tiyatro vardı. Provalar, Devrimci Öğretmenler Derneği’nin binasında gerçekleştirilirdi. Bir gün provaları izlemeye derneğe gittim. ‘72. Koğuş’ isimli oyunun provasını yapıyorlardı. Ben de izlerken biraz yüksek sesle düşünmüşüm galiba, ‘Bu rol böyle mi oynanır?’ gibi şeyler söyledim. Yönetmen duydu, ‘Gel göster dedi’. Çıktım oynadım, birkaç gün sonra da sahnedeydim. Öyle başladım tiyatroya. Lise çağlarında arkadaşlarım okuldan kaçıp sinemaya giderlerdi, ben ise okuldan kaçıp top oynamaya giderdim. Aklımın ucundan bile geçmiyordu tiyatro, hele ki sinema… Ben Adanalıyım, bizim şehrimizin bir garipliği vardır. Bir belediye başkanı gelir tiyatroyu kapatır, başka bir belediye başkanı gelir açar. Yine kapandığı bir dönem Adana’yı terk edip, başka şehirlerde tiyatro yapmaya başladım. Askerde de tiyatro yaptım. Önce Sivas’ta, ardından sürgün gittiğim Kars Sarıkamış’ta. Çok sevdim sonradan tiyatroyu. O dönemlerde tiyatro mu sinema mı dediklerinde ben hep ‘tiyatro’ derdim.”

Cengiz Sezici
SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM’DA OYNAYAN GENÇ: CENGİZ SEZİCİ

Sinemaya geçiş sürecini ise şu sözlerle anlatıyor Sezici: “Adana Şehir Tiyatroları’nda oynadığım vakit oyun bitti, makyajımızı siliyoruz. Rahmetli İhsan Yüce girdi kulise. Şaşırdık görünce. O sıralarda da Selvi Boylum Al Yazmalım filmi Osmaniye’de çekiliyor. Kim söylemiş, nasıl olmuş bilemiyorum ama filmde bir rol var, önermişler. Atıf Yılmaz beni görmek istedi. Yıllar sonra öğrendim ki benim oynadığım rol esasında o kadar da büyük bir rol değilmiş. Ancak Atıf ağabey oyunculuğumu çok beğendiği için rol büyümüş. Ardından sinema serüvenim devam etti. Erden Kral geldi Adana’ya, Bereketli Topraklar’ı çekmeye. Orada oynadım. Sonra yine Adana’da tiyatromuz kapandı, Ankara’ya geldim. O zaman Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyadesi’ni oynadım. Ve tekrar açılan tiyatroyla Adana yolu göründü. Süreç bir dönem bu şekilde ilerledi. Ardından İstanbul günleri başladı. Hayatım o dönemlerden bu yana İstanbul’da devam ediyor. İlk geldiğim yıllarda hiç kimse bana Cengiz Sezici demedi, Selvi Boylum Al Yazmalım’daki genç gelmiş diyorlardı. Gelir gelmez de bir hafta içerisinde üç tane filme başladım. Fidan, Fahriye Abla ve Balayı… Bu üç filmde oynamasam, param bitecek ve Adana’ya dönmem gerekecekti. Şans, sonrasında sinema oyuncusu da oldum. Bir daha da Adana’ya dönmedim.”

“GENÇ OYUNCULARI SETTE ÇOK BEKLEDİM”

Yeşilçam dönemlerini sorduğumda Cengiz Sezici’nin ilk yorumu, “Herkes işine saygılı ve disiplinliydi” oluyor. Bugünün Türk sineması ile geçmişi karşılaştıran Sezici; “Benim İstanbul’a geldiğim 1970’li yıllarda cep telefonu yoktu, fakat hiç kimse sete geç kalmazdı. Mesela ben Türkan Şoray ile iki ya üç film çalıştım, kendisinin bir gün sete geç geldiğini hatırlamıyorum. Son dönem oynadığım bütün televizyon işlerine bakıyorum, bu yeni yetme oyuncular birbirine inat olsun diye geç geliyor. Böyle yapınca daha da büyüyeceklerini düşünüyorlar. Genç oyuncuları çok bekledim ben sette. Tabi bu değişimlerin yanı sıra teknoloji de her geçen gün gelişti. Türk sinemasının geçmişine baktığımızda, tüm olanaksızlığa rağmen harika işler çıktığını görüyoruz” şeklinde konuşuyor ve Türk sinemasındaki oyuncuların roller konusunda yaşadığı sorunları şu sözlerle özetliyor:

“TÜRK SİNEMASI OYUNCULUĞUMUN SADECE YÜZDE 25’İNİ KULLANDI”

“Eğer bir oyuncunun paraya ihtiyacı varsa, rol konusunda seçim yapma olanağı ve lüksü olmaz. Bugün Dünya sineması ile Türk sinemasını mukayese ettiğinizde, Dünya sinemasının oyuncularının oyunculuk hayatları boyunca birçok farklı karaktere hayat verdiğini görüyoruz. Ancak maalesef Türk sinemasında sizi bir çekmeceye koyuyorlar. Komik, iyi, kötü, vahşi, fakir gibi çekmeceler bunlar. Sizin o çekmeceden çıkma şansınız ekonominize bağlı. ‘Ben bu rollerde çok oynadım, artık yeter’ deme şansınız olabilmesi için, bir kenarda sizi zor durumlarda idare edecek ekonomik gelirinizin olması lazım. Özellikle şunun altını çiziyorum, lütfen yazın… Türk sineması, benim oyunculuk malzememin sadece yüzde 25’ini kullandı. Çünkü hep aynı karakterleri oynattı bana. Ben hep kötü adamdım. Tiyatro yaptığım dönemlerde, Adana Şehir Tiyatrosu’nda 20 sene komik rollerde oynadım. Türk sineması benim oyunculuk malzememin sadece bir kısmını kullandı derken, işte tam olarak bu tezatlıktan bahsediyorum.”

İYİ YÖNETMENLER, İYİ OYUNCULUKLAR…

Oyunculuk hayatı boyunca 100 küsur filmde rol alan usta oyuncu; “Ancak yönetmen saymamı isterseniz 10 tane sayabilirim” diyor ve ekliyor: “Zeki Ökten, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz, Şerif Gören, Erden Kral gibi baba isimlerle çalıştım. Atıf ağabey sete geldiği zaman ‘Usta geldi’ diye herkes ayağa kalkar, set alanında adeta bir zelzele olurdu. Hiç unutmayacağım bir şey anlatacağım şimdi size… Ömer Kavur, Anayurt Oteli’ni çekerken çaycıya varana kadar herkese senaryo dağıtmış, hatta setçilerden biri de Ömer Kavur senaryoyu uzattığı zaman ‘Estağfurullah ağabey ne haddimize’ demişti. Kavur’un yanıtı ise ‘Arkadaşlar burada ortak bir iş yapıyorsak, herkes ne iş yaptığımızı bilecek’ şeklinde olmuştu. Ömer Kavur değerli bir yönetmendi, Anayurt Oteli de en iyi işlerinden biridir.”

“SANATIN TEK AMACI GÜLDÜRMEK VE EĞLENDİRMEK DEĞİLDİR”

Sanatın toplumları değiştirme gücüne de değinen Cengiz Sezici’ye göre; “Bu toplumda insanlar sadece değişmek isterlerse değişirler. Eğer halk kandırıldığının, sömürüldüğünün ve aldatıldığının farkındaysa, siz çektiğiniz filmler ve sanatınızla onlara sadece doğruyu gösterirsiniz. Sanatın tek amacının güldürmek ve eğlendirmek olarak da algılanmaması gerekir. Bertolt Brecht’in ‘Cesaret Ana ve Çocukları’ oyununun ardından bir izleyici ile arasında geçen, çok sevdiğim bir diyalog vardır. Oyunda, memlekette savaş var ve bir annenin çocukları birer birer ölüyor. Fakat kadının umurunda değil, inatla satışını yapmaya devam ediyor. Oyun bittiğinde seyircilerden bir kadın Brecht’in yakasına yapışıyor. ‘Sen nasıl bir adamsın, bu nasıl bir anne rolü?! Orada çocukları ölüyor, kadın hâlâ satış derdinde’ diyor. Brecht’in tepkisi çok güzel: ‘O zaman sen öyle bir anne olma…’ Bu diyalog beni her zaman çok etkilemiştir. Kişi eğer değişmek istemiyorsa ve memnunsa hayatından, bırakın sürünsün, hatta iki tekme de siz vurun…”

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın