Şener Şen ile bir akşamüstü Kızıltoprak’ta…

Yazar: Nusret Karaca

Kadıköy’de yaşamaya başladığı günden itibaren, eğitimci bir yazar olmaktan öte sanata gönül vermiş ve bu ilçede yaşayan biri olarak kültür-sanata katkıda bulunmak, gönüllü muhabir olarak dostların arasında yer almak, beni hep mutlu etmiştir. İşte o günden beri günlük yaşamın içerisinden gözlemlerimi, yaşadıklarımı ve etkilendiklerimi yansıtmaya çalışmışımdır.

Kızıltoprak Fatma Şadiye Toptani Öğretmenevi’nin yazılarıma yine evsahipliği yaptığı bir akşamüstü, masaların birinde bir duayen… Sinemanın, tiyatronun “özel”leri arasında gördüğüm usta bir sanatçı; Şener Şen… Yanında son zamanlarda birlikte dolaştığı dostları… Nusret Karaca durur mu?.. Ayaküstü bir söyleşi…

*        *        *        *

– İyi akşamlar, sözünüzün arasına girmiş bulunuyorum. İzniniz var mı?

– Ne demek, rica ederim. Buyrun.

– Nusret Karaca ben… Eğitimci- yazar, ilçenin sanat dergilerindeki gönüllü muhabiri…

– O!! Memnun oldum. Oturun lütfen.

– Şener Bey, ben aynı zamanda İstanbul Kadıköy Lisesi Tarih Öğretmeni’yim.

– Çok güzel…

– Okulumuz yalnızca öğretim veren bir kurum değil, sanatsal etkinliklerle de yoğunlaşıyor.

– Bu daha da güzel. Sanatın içinde…

– O yüzden öğrencilerimizi gerçek sanatçılarla buluşturuyor, donanımlarından yararlandırıyoruz. Zihni Göktay, Yetkin Dikinciler, Fikret Hakan, Ediz Hun, Caner Cindoruk, Necip Memili, Ebru Cündübeyoğlu ve daha nice sanatçılar, bilim adamları konuğumuz oldu. Sizi de aramızda görmek isteriz.

– Evet, anladım. Birçok kurum arayıp çağırıyor, prensip kararı aldım, gidemiyorum. Şimdi birisine evet desem haksızlık olacak. Anlıyorsunuz değil mi?

– O zaman bir kahve içmeye?

– Gelirim elbette… O olur.

– Sizi “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyununda izlemiştik Harbiye Muhsin Ertuğrul’da… Öğrencilerimi getirmiştim. Münir Özkul da vardı.

– 80 sonrası falan… O oyundan sonra ayrılmıştım Şehir Tiyatrosu’ndan…

– Son zamanlarda Öğretmenevi’nde görüyoruz sizleri…

– Burayı seviyorum. Dostlarla çay içip, yemek yiyoruz.

– Ziverbey’de oturuyordunuz eskiden… Yüksek binalarda, Sermin Hürmeriç ile evliydiniz.

– Evet… Evet… (gülüyor)

– Üstten uçak, karşıdan minibüs geçiyor, az ilerde vapur iskelesi, aşağı yolda da tren istasyonu… Arada ben oturuyorum demiştiniz bir söyleşinizde…

– İyi hatırlıyorsunuz. Harika…

– Sizi iyi tanımaya çalışıyorum. Şişli Kent Sineması’nda Züğürt Ağa’yı daha ilk seansında izlemiştim bir Pazar sabahı…

– Hiç o kadar göstermiyorsunuz siz…

– Sanatın içinde bir eğitimciyim. Sizlerle olan bağım da o yüzden. Bir fotoğraf karesinde yer alabilir miyiz? Şöyle bir çökeyim yanınıza…

– Elbette, ancak çökmek ne demek, lütfen yanıma sandalyeye…

*        *        *        *

 Bir fotoğraf karesine anı bırakıp, yanından ayrılıyorum. 10 dakika sonra dostlarıyla yemeğe geçiyor. Etrafında ona gülümseyenler, selam verenler… Bir masaya söz atıyor; “Siz daha burada mısınız? Kaçta gelip, kaça kadar oturuyorsunuz?” Yüzünde yine o bildik gülümseme…

Güzel bir akşamüstü, güzel bir mekânda, güzel bir insan ile anlamlı bir zaman dilimiydi Kadıköy’de…

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın