Zihni Göktay: Kadıköy bence eyalet olmalı

Yazar: Reha Kadak

İBB’ye bağlı olan Şehir Tiyatroları, 1914 yılında Darülbedayi adıyla kurulduğunda 100 yılı aşacak bir kurum olacağını kim bilebilirdi? Muhsin Ertuğrul ve arkadaşlarının yönetiminde çağdaş bir tiyatronun temelleri bu kurumda atılmış ve geleneksel tiyatromuzun Batılı formlardaki oyunları da bu eşsiz tiyatro mabedinde sahnelenmiştir.

Şehir Tiyatroları, onlarca oyuna ve oyuncuya “ev” olmuştur. Şener Şen, İlyas Salman, Münir Özkul, Suna Pekuysal, Erdal Özyağcılar, Savaş Dinçel, Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, Ayla Algan, Tilbe Saran gibi Türk tiyatrosunun nice dev isimleri, Şehir Tiyatroları bünyesinde tiyatroya başlamış ya da yeniden hayat bulmuşlardır. Zihni Göktay da bu büyük isimlerden biri. 1977 yılında girdiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndaki macerası hala devam ediyor. Zihni Göktay’la tiyatroya başlama hikayesinden Şehir Tiyatroları çalışmalarına, Lüküs Hayat’tan Kadıköy’e dair uzun uzun konuştuk.

Zihni Göktay

Zihni Ağabey, seni herkes tanıyor, biliyor ve izliyor. Ancak dergimiz sayfalarına geçsin istiyorum. Tiyatroya başlama hikayen nasıl oldu? İlk oyunun hangisiydi?

Ben, 2 Aralık 1945’te İstanbul Fatih’te doğdum. Fatih İlkokulu ve ardından Pertevniyal Lisesi’ni bitirdim. Lise yıllarımda Eminönü Halkevi’nde tiyatroya başladım. Konservatuvar eğitimi almadım. O zamanlar iki konservatuvar vardı; biri Ankara’daki, diğeri de bizim İstanbul’daki Belediye Konservatuvarı. İstanbul’daki sertifika vermiyordu sadece, Ankara’daki okula gitmem de zordu, maddi olarak aile şartlarımız uygun değildi. Babam terziydi Fatih’te. Fakat Eminönü Halkevi’nde, usta-çırak ilişkisi içerisinde cidden çok iyi bir eğitim gördüm; Muammer Karaca, Avni Dilligil, Ulvi Uraz gibi Türk tiyatrosunun usta isimlerinden ders aldık. Türkiye Milli Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nda Sermet Çağan’ın Ayak Bacak Fabrikası’nda oynadım. 1964 yılında Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü’nü oynarken, Yaşar Kemal’in de bana destek vermesiyle Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda “Teneke” adlı oyununda oynayacakken Ankara Meydan Sahnesi’nden  teklif aldım ve Haldun Taner’in “Eşeğin Gölgesi” adlı oyunuyla profesyonel oldum. İlk profesyonel oyunum bu oyundur.

Burada babamı anmadan geçemeyeceğim; tiyatroyu sevmeme, bu iş yapmama babam neden olmuştur. Çocukken beni Şehir Tiyatroları’nın oyunlarına götürürdü sıkça. Sonra Gülhane Parkı’nda İsmail Dümbüllü’nün ortaoyunlarına da götürürdü. Geleneksel Türk tiyatrosunu İsmail Amca ve arkadaşlarını seyrederek öğrenmişimdir.  İsmail Amca, babamın müşterisiydi. Bir gün bizim dükkanda karşılaştık. Babam da benim tiyatrocu olmak istediğimi kendisine söylemiş. İsmail Amca sırtımı sıvazladı, “Umarım bana nasip olan bu meslek sana da nasip olur” dedi.

Sonra hayatına Şehir Tiyatroları giriyor. Bir gün gidiyor ve tiyatroya başvuruyorsun. Sonrasını anlatır mısın Zihni Ağabey?

Televizyonun hayatımıza girmesi maalesef birçok tiyatronun kapanmasına neden olmuştu. 1973 yılında Ankara Meydan Sahnesi de kapandı. 10 yıllık profesyonel tiyatro hayatından sonra İstanbul’a dönmek zorunda kaldım ve Şehir Tiyatroları’na başvurdum. Türk tiyatrosunun kurucularından Vasfi Rıza Zobu, beni yevmiyeli olarak tiyatroya aldı. Altı ay sonra Muhsin Ertuğrul, yeniden Türk tiyatrosunun başına geldi. Muhsin Bey, beni Başar Sabuncu’nun bir oyununda çok beğenince hemen kadroya aldı. 1974 yılında kadroya girip, 2011 yılına kadar çalıştım. 65 yaşına gelince emekli oldum, ama yönetim beni bırakmak istemedi. Hala devam ediyorum.

Muhsin Ertuğrul, Vasfi Rıza ve Gencay Gürün gibi çok önemli genel sanat yönetmenleriyle çalıştınız. Bu özel tiyatro insanlarıyla çalışmak nasıl bir duyguydu?

Vasfi Bey’den geleneksel, Muhsin Bey’den Batılı anlamdaki çağdaş Rus, Alman, İngiliz ve Fransız tiyatrosu gibi ekolleri öğrendim. Gencay Hanım da 1984 yılında tiyatromuzun başına geldi ve tiyatromuza bir vizyon kattı, yeniden ayağa kalkmasını sağladı. Gencay Hanım, Türk tiyatrosunun kurtarıcısı olmuştur ve bir mesihedir adeta. 10 yıl çalıştım kendisiyle de ve çok severim şahsını. Ülkemizdeki ilk kadın genel sanat yönetmeni olarak da tarihe geçmiştir. Yani, 1914 yılında Darülbedayi’nin kurucularından Muhsin Bey’den bugün genel sanat yönetmeni olan Süha Uygur’a kadar hepsinle çalışmış oldum.

Ve hayatına rekorlar kıran “Lüküs Hayat” giriyor. Bu proje o zamanlar nasıl başladı?

Yine Gencay Hanım, kendi döneminde ilk kez tiyatromuza orkestra kurulmasını sağladı. Bununla birlikte de Lüküs Hayat’ı koymak istemiş bir operet olduğu için. Suna Abla (Pekuysal) da bana “Gencay Hanım, Lüküs Hayat’ı koyacakmış” deyince birden geçmişe gitti aklım. 1962 yılında aynı oyunu  Muammer Karaca’dan izlemiştim, içimden “Belki ben de ilerde bu oyunda oynayabilir miyim” diye geçirmiştim. Demek evrene gitmiş mesajım… Gencay Hanım da lütfetti; beni Hasım Bey’in, daha sonra da Muammer Bey’in oynadığı baş karakter olan Rıza rolüne layık görmüş. Böylece Lüküs Hayat’ta oynamak bana da nasip oldu. 1984-1985 sezonunda başladık ve 2011 Aralık ayında emekli olana kadar oynadık.

Daha sonra dönemin genel sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu beni aradı; “Emeklilik kağıt üzerindedir, oyunlara devam” dedi ve beni konuk sanatçı statüsünde devam ettirdi. Devam ettik, iki yıl sonra by-pass ameliyatı oldum. Oyun da artık dördüncü kadrosuyla devam edecekti. Böyle olunca oyun bir daha toparlanamadı. Derken Erhan Yazıcıoğlu genel sanat yönetmeni oldu. Tiyatronun 100. yılı vesilesiyle 2014 yılında “Cibali Karakolu” oyununu koyacaklarını ve benim oynamamı rica etti. Hayat bu ya, bu oyunu da Muammer Karaca’dan izlemiş, o zaman da içimden bu oyunda oynayabilmeyi geçirmiştim. 2014 yılında da Cibali Karakolu oyununa başladım ve hala oynuyoruz.

Zihni Ağabey, sen aynı zamanda alaylı bir usta-çırak ilişkisi içinde çok önemli bir alaylı kültürden geliyorsun. Kızınız da okullu… Okullu ve alaylı tiyatro eğitimi hakkında ne düşünüyorsun?

Az önce de bahsettim, ben şarlar yüzünden konservatuvar okuyamadım. Ancak, sınav sistemine de karşıydım aslında. O sınavlardan hep korkmuşumdur. Ben Eminönü Halkevi’nde cidden önemli insanların eğitiminden geçtim, onlardan çok feyz aldım. Sonra Şehir Tiyatroları içinde çok önemli isimlerle çalıştım, onların her biri tecrübesiyle birer konservatuvar gibiydi. Alaylı olarak yetiştim ama kızımı okula yolladım. Okullu olmanın faydası çok büyük teorik olarak.  Okullu olmak şart artık bu dönemde. İstanbul’da devlet olarak bir İstanbul Üniversitesi, bir de Mimar Sinan’da konservatuvar var. Ayrıca, özel üniversitelerin konservatuvar ve tiyatro bölümleri de var. Kızım da Müşfik Ağabey (Kenter) hayranıydı, kendisi Haliç Üniversitesi’nde hocalık yapıyordu. Kızım da Haliç’te okudu ve Şehir Tiyatroları’na girdi. Damadım da Maltepe Üniversitesi Oyunculuk Bölümü mezunu, o da Şehir Tiyatroları bünyesinde. Oğlum da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda müzik okudu, Şehir Tiyatroları’nda orkestra şefi oldu. Ailece Şehir Tiyatroları’ndayız. Eşim de hepimize destek vererek yanımızda.

Son sorum da, Kadıköy’de yaşıyorsun Zihni Ağabey, hem Kadıköy hem de Kadıköy’ün son yıllarda gelişen tiyatro yapısı için ne düşünüyorsun?

Çok güzel bir soruya temas ettin Reha’cım. Benim çocukluğum zaten yaz aylarında Kadıköy’de geçerdi. Dayımın Göztepe’de köşkü vardı. Biz de 1977 yılında Kadıköy’e taşındık. O zamanlar inanır mısın Kadıköy Bahariye Caddesi, Broadway gibiydi. Arka arkaya bir dolu tiyatro vardı. Süreyya Operası’nın yanında Şehir Tiyatroları’na ait bir cep sahnesi vardı. Şimdiki Halk Eğitim Merkezi, Şehir Tiyatroları sahnesiydi. Hemen köşesinde Tevfik Gelenbe Tiyatrosu vardı. Opera Pasajı’nın içinde bir tiyatro vardı. Kadıköy Sineması olan yerde yine bir tiyatro vardı. Orhan Alkan Tiyatrosu vardı. Kimileri vefat etti ve tiyatrolar kapandı. Yani Kadıköy, tiyatroya zaten yabancı değildi. Şimdi de harika tiyatrolar var, yeniden canlandı. Baba Sahne olsun, Moda Sahnesi olsun, Oyun Atölyesi olsun çok güzel işler yapıyorlar. Küçük bir salon da olsa Kadıköy’de hayat buluyor. Özel tiyatro sahipleri ve oyunları birer şövalyedir. Çünkü biz ödenekli tiyatrolarda oynayanlar bir şekilde maaş alıyor ve ödenekler sayesinde oyunlarımızı kendi sahnelerimizde yıllardır sahneleyebiliyoruz. Ama onlar öyle değil, özel tiyatro yaparak mücadele veriyorlar. Hepsi birer Don Kişot, hepsine başarılar diliyorum.

Kadıköy’e gelince, Kadıköy bence eyalet olmalı. Kadıköy, Anadolu Yakası’nda başlı başına bir vali tarafından yönetilmeli. Çünkü Kadıköy, İstanbul’dan ayrı, başka bir İstanbul, tek başına bir şehir. Çok daha iyisini hak ediyor ve çok daha iyi yönetilmeyi hak ediyor. Ayrıca buradan belediyemize mesajım var: Kadıköy’de tıpkı Bakırköy Belediyesi’nde olduğu gibi bir ödenekli tiyatro olması gerek. Kadıköy Belediyesi, acil olarak buna el atmalı. Kendimize ait birçok kültür merkezinin sahneleri var. Onlarca tiyatro oyunu oynanıyor bu sahnelerde. Kadıköy Belediyesi’nin neden kendi tiyatrosu olmasın? Bizler de bu konuda sonuna kadar destek oluruz.

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın