Kent eve sığar mı?

Yazar: Aykurt Nuhoğlu

Lise yıllarımdan bir arkadaşım, telefonla konuşurken bana “Yaşamadığımız daha ne kaldı?” diye sordu. Haklıydı… Faşist darbelerden terör eylemlerine, yolsuzluklardan parlamenter sistemin etkisizleştirilmesine, siyasi cinayetlerden deprem, sel, heyelan gibi doğal afetlere kadar pek çok şey yaşadık, şimdi de bir pandeminin etkilerini yaşıyoruz. Tüm bu yaşadıklarımızda değişmeyen bir şey varsa, o da sorumluluk almayan siyasetçiler oldu.

Arkadaşıma söyleyecek bir söz bulamadım ama geçmişte yaşanan iyi şeyleri de hatırladım. İnsan, acıları unutmasa da iyileri daha kolay hatırlıyor. Hatırladığım güzel şeylerin çoğu kentte yaşamanın getirdiği anılardan oluşuyor.

Pınar Sokak’ta oturuyordum. Her sabah demir köprüden geçer, Tepegöz Sokak’ın sessizliğinde okula doğru yürürdüm. Evle okul arası yaklaşık yirmi dakika sürerdi. Yüksek binalar yoktu. Yeşil bol, nüfuz azdı. 12 Mart muhtırasının etkileri devam ediyor, edebiyat ve felsefe derslerinde siyaset konuşuluyordu. Benim gibi diğer öğrenciler de hep sokakta ve hareket hâlindeydiler. Yaz tatillerinde Dalyan’a kadar yürür, denize girerdik. Bazı günlerde sinemaya giderdik. O zamanlar Süreyya Operası sinema olarak kullanıyordu. Reks, As ve Kadıköy Sineması da vardı, güzel filimler oynatırlardı. O yılları güneşli ve sıcak hatırlıyorum.

Yaşadığımız yerle kurduğumuz bağlar vardır. Bu bağlar; sinemasında, tiyatrosunda, yediğimiz-içtiğimiz yerlerinde, parklarında, yürüdüğümüz sokaklarında, bir araya geldiğimiz meydanlarda, oturup sohbet ettiğimiz yeşilliklerde, sahillerde oluşur. Yaşanmışlıklarımız bize yol gösterir. Bizimle beraber kentler de biriktirir ve sonradan kente dâhil olanlar ona hem uyum sağlar hem de zenginlik katar, çeşitlendirir. İnsanlar anlatır, yazarlar, resim yaparlar, başkaları ile paylaşır, kimi zaman onlara ışık olur, önlerini aydınlatırlar. Hikâyelerimiz sokaklarda fısıldamaya başlar, her gün gördüklerimiz bize farklı şeyleri hatırladır. Anılarınız birikir, kimliğinizi oluşturur. Hayata katılır, geçmişle birleşir, kenti oluşturur. Yaşadığın yeri sevmek, içinde hissetmek çok önemlidir.

Salgınla beraber kentten uzaklaştık, insanlarla bir araya geleceğimiz faaliyetleri yapamıyoruz. Normal hayatımızı bıçak gibi kestik, yeni bir yaşam tarzının başlangıcındayız. Uçaklar uçmuyor, trenler çalışmıyor, fabrikalar üretmiyor. Hayat sokakta durmuş durumda. Önceliklerimiz değişti. Kısa vadede sağlığımızı, uzun vadede hayatın nasıl normalleşmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Salgın, kenti evin içine soktu. Peki, sığar mı koca kent eve? İnsan, sosyal bir varlık… Yaşam enerjisini, birlikteliklerinden alıyor. Bir arada olmak, düşüncenin sorgulanmasını ve gelişmesini sağlıyor. Özgürlüğün anlamı, demokrasinin gücü, bireyin hakları, kentte yaşam buluyor. Sokaklarda, parklarda, meydanlarda olmak, akşamın serinliğinde film seyretmek, bir kafeteryada dostlarla bir araya gelip bir şeyler içmek, dünyayı farklı insanların gözüne bakarak konuşmak, kentte yaşamanın özüdür. İnsanlar evlerine çekilince, kenti var eden hayat damarları tıkanmaya başlıyor. Kamusal alanların kapalı olması, kültür ve sanat faaliyetlerinin devam edememesi, kente yeni insanların gelememesi, kentin beslenmesine engel oluyor.

Kenti var eden insanlarıdır, bundan sonra yine var edecek olan da insanlar olacak. Anılardan geleceğe bakarak, sisteme teslim olmadan, inatla, sabırla, doğrulardan ayrılmadan yaşadıklarımızın bırakacağı izleri silecek ve yeni hikâyeler yazacak olan bizleriz.

Salgın bir doğal afet değil, bugün bizi tedirginlikle evde tutan da tek başına bir virüs değil. Bir virüsün tüm dünyaya yayılmasını önleyemeyen; insanı, doğayı, birlikte yaşamayı önemsemeyen sistem ve ondan beslenen yöneticiler yüzünden geleceğimizden endişe duyarak evlerimizde bekliyoruz. Çürüyen sistemin pis kokuları arasında yaşamayı reddettiğimiz an; esas virüslerin, asalakların ortadan kalkacaklarını göreceğiz.

Bugün kentle ilişkimizi düşünmeye, virüsten önce de kentleri bir yaşam alanı olarak değil, ticari bir değer olarak gören düşünceyle yüzleşmeye, bizi var eden değerler etrafında bir araya gelmeye ihtiyacımız var. Eğer insanların katılımını sağlayıp sorunları ve ihtiyaçları konuşursanız, bunları çözebilirsiniz. Geleceği nasıl yaşayacağımızı belirleyen, bugünden atacağımız adımlardır.

İnsanlar var olduklarından bu yana birbirini görerek, dokunarak, kalp atışlarını hissederek, ağlayarak, gülerek, kızarak, severek, akılla ve duygularıyla yaşadı. Gelecekte daha iyi bir dünya yaratmak bizim ellerimizde. Sokaklarımızda müziği, meydanlarımızda insan seslerini duyacağımız günlerin yakın olması dileğiyle…

Saygılarımla…

Aykurt NUHOĞLU

Aykurt Nuhoğlu
k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın