Bir başkaymış o çocukluğumun karlı yılbaşıları…

Yazar:

Sevgili Kadıköy Life okurları;

Yeni bir yıla daha merhaba derken, sizleri nostaljik bir yolculuğa çıkararak dergimizin köşe yazarı, “Öz Kadıköylü” R. Sertaç Kayserilioğlu’nun yıllar önce kaleme aldığı “Bir başkaymış o çocukluğumun karlı yılbaşıları” yazısını sizlerle paylaşmak istedik. Evet, yeni yıla karla giremedik ama umutla girdik. Her şey gönlünüzce olsun dileklerimizle değerli Kayserilioğlu’nun yazısında Kadıköy’e akmaya ne dersiniz?

*        *        *        *        *        *

R. Sertaç Kayserilioğlu

R. Sertaç Kayserilioğlu…

Mevsimlerin her yerde aynı, fakat İstanbul’da her yerden daha mevsim olduğu günlerdi o günler. Baharı yeşilin en güzeli, yazı mavinin en parlağı, güzü sarının en sarısı, kışı ise beyazın en beyazı.

Henüz doğal ve kültürel yapısı bozulmamış İstanbul’da her mevsimin bir başka karşılandığı, daha da ötesi bir başka yaşandığı yıllardı o zamanlar. Kışının, karları ile birlikte kendi folklorunu henüz büsbütün yitirmediği, İstanbul’a en hüzünlü, en romantik mevsimini yaşattığı yıllar…

Karlarla kaplı İstanbul’da bir garip hüzün olur; sokaklarında, kaldırımlarında, sahillerinde, ıssız parklarında insanlar seyrekleşir, bu kentte başka canlıların da yaşadığı böyle zamanlarda fark edilirdi. Böyle zamanlarda İstanbul kendini ele verir, böyle zamanlarda İstanbul, Boğaz’ına kadar hüzne ve güzele batardı.

Çocukluğumda sanki İstanbul’umun kışları farklı idi. İşte bu yüzden, kış deyince 50’li yıllardaki çocukluğumun Kadıköy’ü gelir aklıma. Kış deyince lapa lapa kar gelir aklıma ve de Şakir Zümre sobasının çıtırdayarak yanan odunların ısıttığı odamın o karlı penceresinden dışarı bakışım. Gecenin içinde, sokağın başındaki elektrik direğinin aydınlattığı huzmede vals yaparcasına uçuşan kar tanelerini seyredişim gelir aklıma ve yine o karların örttüğü rayların üzerinde ilerleyen tramvayların geçişi, hele hele de, bu bembeyaz örtü altındaki kapanan yollar nedeniyle okula gidemeyişimdeki o hınzır sevincim.

Cadde ve sokakların kar tutmasıyla birlikte başlayan mahalleler arası kartopu savaşlarımız gelir aklıma ve sulh ilanı ile de uyduruk tahta merdivenlerden bozma kızaklarımızla, henüz bomboş olan meyilli arsalardan kayışlarımız. En nihayetinde de, havuç burunlu, kömür düğmeli, eli süpürgeli kardan adamımızı el birliği ile yarattığımızdaki içimizi saran o yorgun heyecan. Sonra, sanki elmas kırıntılarıyla örtülmüş kardaki ışıltısı ile gözlerimizi alan pırıl pırıl güneşin ortaya çıkması ve yine, gökyüzündeki mor kızıl karışımı renge bakan annemizin  “Kar topluyor, yarın daha çok kar yağacak”  sözleriyle birlikte de, içimize yığılan yoğun sevinç gelir aklıma, en büyük kartopundan daha büyük…

İstanbul’a kış gelmesinin, yoksul arkadaşlarım için eskiyen papuçların, olmayan paltoların çaresizliği manasına geldiğinin farkındaydım belki ama, içim cızz ederek de olsa, çocukluğumun o affedilebilir günahsızlığının hoşgörüsüne sığınmış bir halde bu beyaza olan zaafımı yine de engelleyemezdim. Kış beyazlık demekti önce, sonra da oturma odasında bütün ailenin bütün gece bir arada olması, bir arada sohbeti demekti. Çini sobasının üzerine konan portakal, mandalina, elma kabuklarından çıkan tütsünün, sobanın yanına kıvrılışımdaki uyku mahmurluğuma karışması demekti. Gecenin içinde görülmeyen bir yerlerden “bozaaa” diye gelen bir ses, ya da sokak kestanecisinden alınan sıcacık kestane demekti, ama çok değil, ikiyüz gram…

Saçaklardan düşen buzları kıtır kıtır yemek demekti, yürürken ağzımızdan çıkardığımız dumanlarımızla da sanki ilk sigaramızı içişimiz… Okul çantalarımızın en değerli kızak da olduğunu ilk keşfimiz demekti, eldivenimizin tekini kaybetmişsek de evde zılgıt… Kara önlüklerimizle okula gittiğimiz dönem­lerde, yeni yılın sabahı için lapa lapa kar yağışına dua ettiğim geceleri hatırlıyorum ve de yeni yılın ilk sabahını karlarla örtülü gördüğümdeki sevincimi… Bizler mi çok kolaylıkla mutlu olabiliyor­duk, yoksa çocuklarımızın mı zevkleri ağırlaştı?

Çocukluk günlerimin yılbaşı gecelerinde, geyiklerin çektiği kızağı ve ağzına kadar oyuncak dolu torbası ile gelecek olan aksakallı kırmızı kukuletalı sevgili Noel Baba’mızın yollarını gözlerdik. Ve fakat ki, gecenin ilerleyen saatlerine dek, belki bacası bile olmayan çatımızdan o beklediğimiz ses bir türlü gelmezdi. Göz kapaklarımızın uykuya yenik düşmesi ile, sevgili kahramanımız bir sene evvelki gi­bi yine nedense biz uyuduktan sonra gelir, bırak­tığı hediyeleri ertesi sabah anne ve babamızın ellerinden almamızı sağlardı. Büyüdükçe, konu ile ilgili ciddi şüphelerimiz oluşmaya başladıysa da, bu öylesine memnun olduğumuz bir alışverişti ki, oyun yıllar yılı sürdü gibi. Ama ne var ki Noel Baba’nın oyuncaklarımızı bırakacağı o tek katlı evlerimizin bacaları, zamanla 8-10 katlı apartmanların çatılarında kaldı. Ve derken önce  “İstanbul” bitti,  sonra da “oyun”…

Bir başkaymış o çocukluğumun karlı yılbaşıları

1956 yılında çekilmiş bir Kurbağalıdere fotoğrafı… Karlı bir Ocak ayında çekilmiş… (R. Sertaç Kayserilioğlu Koleksiyonu)

Hep düşünmüşümdür, bir ömür takvimi olsa diye. O zaman yaşamın neresinde olduğumuzu daha iyi bilirdik. Oysa bilinmez ki yaşlılık ömrün neresinde başlar, takvim yaşı mı beden yaşı mı gönül yaşı mıdır önemli olan? Yaşamın neresinde olursak olalım, geriye dönüp baktığımızda yaşanmamışlıklarla dolu günler çok olmamalı, yaşam yarınlara ertelenmemelidir. Zira hayat yaşandığı kadar vardır ve bilgenin dediği gibi; “Yaşamayı ve sevmeyi ertelemeyin, sonra çok geç olabilir.”

Bembeyaz uzun saçlı kışlar artık İstanbul’a uğramaz oldu ve de artık kapıdan baktıran eski kışlar, kutupların donmuş denizlerini aşıp o eski bembeyaz güzelliğiyle şehrimize gelmiyor, kapılarımızı çalmıyor. Ama ne var ki zaman, yine de geçmişe hiç aldırmadan herkese farklı yaşamlar sunmaya devam ediyor ve de herkes kendi hayatını yaşıyor. Kimileri Ilgaz Dağları’nda yakalanıyor tipiye, geride kalan hoş anıları oluyor; kimileri ise sabahın ilk ışıklarında ekmeği için adım atıyor, buz tutmuş yollarda yorgun adımları iz oluyor.

Nice karlı “yılbaşı”lara Kadıköy… Nice sevgi dolu yıllara İstanbul…

“Yeni bir yıl başladı;

Unuttuysanız anımsayın,

Kaybettiyseniz arayın,

Özlediyseniz gidip bulun.

Kırdıysanız af dileyin,

Kırıldıysanız affedin,

Seviyorsanız da söyleyin.

Hep sizinle olsun sevdiklerinizin sesi,

İşte yeni bir yıl, değmez mi?”

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın