Pelin Batu: Kadıköy, Rönesans dönemini yaşıyor!

Yazar: Pınar Baltacı

Oyuncu, yazar, tarihçi gibi çeşitli kimlikleri cebinde taşıyan Pelin Batu, toplumsal birçok soruna gösterdiği duyarlılıkla adından sıkça söz ettiren bir isim… Elini attığı her alanda kendine has üslubuyla dikkatleri üzerine çeken Batu, bugünlerde annelikle değişen yaşamında birden fazla heyecanı aynı anda yaşıyor ve birilerinin hayatına dokunmaya devam ediyor. Son kitabı “Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar” ile kadınların yıllar boyunca görmezden gelinen hikâyelerini okuyucularla buluşturan başarılı yazar ile kadınları, erkekleri, ötekileştirilen tüm bireyleri, sanatın ve edebiyatın ayak izlerinde konuştuk. Ve tabi Rönesans dönemini yaşayan Kadıköy’ü de…

“Neler yapıyor bugünlerde Pelin Batu” diyerek başlıyorum söze. Son kitabının çalışmalarını tamamlayan yetenekli isim, birbirinden farklı işler için kolları sıvamış: “Bende bir şeyi bitirince hemen yeni şeylere başlama heyecanı başlar. Yazarlarımızın hayatları ile ilgili bir kitap üstüne çalışmaya başlıyorum. Bunun yanında bir iki tane film projesi var. Uzun süredir sinemada yer almıyordum ve çok da özledim. Son iki senedir hem hayat koşullarından dolayı hem de çocuk, evlilik gibi nedenlerle pek bir set ortamı görmüyordum. Hakikaten tam olarak içime sinen, ‘Evet bunda oynamam lazım’ dediğim gibi proje de çıkmıyordu karşıma. Şimdi iki tane senaryo okuyorum, her ikisi de beni çok heyecanlandırdı. Yani bugünlerde vaktim senaryo okuyup, yazılar yazarak geçiyor.”

Pelin Batu
UMUT VE GÜÇ VEREN KADINLARIN HİKÂYELERİ…

“Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar” kitabından bahsederken, kadın olma hâlini şu sözlerle anlatıyor Pelin Batu: “Tam üç yıldır üzerine araştırma ve okumalar yaptığım bir kitap Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar… Yıllardır kadın meselesine çok kafa yormuş bir insanım çünkü. Özellikle Türkiye’de kadın konusu açılınca iç karartıcı ve insanı umutsuzluğa sürükleyen bir seri belgeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Kadına şiddet konusunda dünyada en korkunç istatistiklere sahibiz. Sadece fiziksel şiddet değil, işin psikolojik boyutu da var. O ne yazık ki pek belgelenemiyor ama gün be gün yaşıyoruz. Dünyada da kadın hep ikinci sınıf vatandaş; maaş olarak daha az kazanıyor, iş olarak daha alt kıdemlerde çalışıyoruz. Hatta okuma şansı bile pek çok kadına 20. yüzyıldan sonra verilmiş vaziyette. Bu kadar haksızlıklar silsilesi olunca, ben de kadınlara dair bir şey yapmak istedim. Fakat bunu da kaybedenler kulübünden haykırıyormuş gibi kaybedilmiş ya da düşmüşlüğün tarihini yazarak değil, tam tersine umut ve güç veren, her türlü zorluğa rağmen dimdik duran kadın figürlerini yazarak anlatmaya çalıştım. Ve bunu araştırınca fark ettim ki tarihte pek çok kadın, bizim kahraman olarak gördüğümüz kadınlar bile tarihçiler tarafından haksızlığa uğramış ve tekrar tekrar aslında kapkara bir portre çizilmiş.” 

“GÜÇ VE İLHAM VERMEYİ HAYAL EDİYORUM”

Hiçbir kadının hayatının gerçek anlamda rahat ve kolay olmadığının altını çizen Batu, sözlerine şöyle devam ediyor: “Kadınların sesine biraz da ben ses vermek istedim. Pek çok kadın mesela çok zor şartlarda yaşamış, kimisi intihar etmek durumunda kalmış ama buna rağmen gayet dik durmuşlar ve direnmişler. Sorunlara karşı direnmek, bir kadın olarak çok önemli. Çünkü hiç kimsenin kolay bir hayatı yok. En beyaz yakalı ve ağzında gümüş kaşığı taşıyan bile bir şekilde kadın olduğu için farklı zorluklarla karşılaşıyor. Cesaret verici ve yüreklendirici kadın biyografilerini yazarak, hepimize bir şekilde güç ve ilham vermeyi hayal ettim. Bu çalışma da epey zamanımı aldı. Özellikle Türkiye’den bulduğum kadın biyografilerinde çok zaman kaybettim. Çünkü kaynak bulmakta zorlandım.

KİTAPTAN BİR KADIN PORTRESİ…

Mesela, Leyla Bedirhan kitaptan bir örnek… Müthiş bir kadın, dansçı… Kürt bir aşiretten kaçmış, kendi dansını icra etmiş Avrupa’da. New York, Londra ve Viyana’da, dünyanın pek çok sahnesinde yer almış ve gerçekten kendi türünü geliştirmiş. Modernist bir dans ama bir taraftan klasik bale ile de harmanlamış dansını.  Avrupa’da dans eden ilk kadın Müslüman dansçı olma özelliğine de sahip. Kendisini ilk başlarda pek çok okula almamışlar ancak o direnmiş, ‘Ben okuyacağım’ demiş ve başarılı olmuş. Kitapta daha pek çok kadınla el ele veriyor.” 

“GÜCÜNÜZÜ UNUTURSANIZ, GÜCÜNÜZ YOK DEMEKTİR”

“Toplumuzda farklı sebeplerden kaynaklı ötekileştirilen çok sayıda birey var. Pelin Batu, bir öteki olarak kadını nasıl tanımlar” diye soruyorum. Batu, Hegel’in o çok bilindik ‘öteki’ tanımlamasıyla başlıyor anlatmaya: “Hegel’in felsefesine göre öteki o kadar önemli ki. Çünkü siz ancak ‘ben’i ötekiyle karşılaştırınca ya da kıyaslayınca kurarsınız. Dolayısıyla kadın olmadan, erkek de kendini tanımlayamaz. Kadın sorunu artık ekonomik durum, mesleki statünün ötesinde tüm kadınların sorunu.  Kadın her zaman bir garnitür, her yükü omuzlarında taşıyan bir sabır taşı gibi çıkıyor ortaya. Ama tarihte o kadar önemli rolleri var ki. Örneğin, Rus Devrimi kadınların bir protestosu ile başlıyor. Fakat biz bunları çok bilmiyoruz ve ne yazık ki kadınların güçleri unutturulmaya çalışılıyor. Gücünüzü unutursanız, zaten gücünüz yok demektir.”

“TARİH, EDEBİYAT VE FELSEFE İÇ İÇE OKUNMALI”

Hem felsefe, hem edebiyat, hem de tarih var Pelin Batu’nun yaşamında. Özellikle son günlerde tarih derslerinin seçmeli olması konuşulurken, ülkemizde tarih anlatımlarını sormadan edemiyorum: “Bu çok önemli bir konu. Tarih derslerinin seçmeli ders olması mevzusunda öğrenciler ‘Lütfen bize destek verir misiniz?’ diyerek sık sık yazıyor sosyal medyadan. Bir kere tarih, sıkıcı bir tarihler silsilesi değildir. Yani şu tarihte şu savaş kazanıldı, bu tarihte bu kazanıldı işi değildir, muktedirin tarihi o. Ben tarihi felsefe ve edebiyatı birlikte iç içe okuyorum, çünkü biri olmadan diğer olmaz. Analitik ve sorgulayıcı bir yaklaşımla tarihi ele almalısınız. Onun için tarih, tam şu anda İskandinav ülkelerinde okutulduğu gibi olmalı. İşin içine fizik, astroloji, jeoloji, hatta biyoloji gibi alanlar da katılmalı. Çünkü tarih sadece bir olaylar silsilesi değil,  aynı zamanda insanlığın da tarihi. Ve insanlık tarihinin içinde tabi ki yıldızların keşfi, mineraller var, Darwin de var. Dolayısıyla tarihi sıkıcı bir ders ve konu olmaktan çıkartıp; onu çok yönlü, ahtapot gibi çok kolu olan bir bilim haline dönüştürüyorlar. Bizim de bu şekilde bütüncül bakmamız gerekiyor.” 

TÜRKİYE’DE DOĞA VAHŞİCE KATLEDİLİYOR”

Bir dönem köşe yazarlığı yaparak her kesimden bireyin medyadaki sesi olmayı başaran Pelin Batu, erkek bir coğrafyayı yazmanın sancılarını şöyle değerlendiriyor Kadıköy Life okuyucularına: “Şu anda en özlediğim şey köşe yazıp, gündemi değerlendirmek. Çünkü insanın serzenişlerini, ülkenin problemlerini, yaşadığımız gündelik hayattaki haksızlık ve adaletsizlikleri dillendirmek ne büyük bir lüksmüş diye düşünüyorum. Ne yazık ki ülkemizde ya korktuğumuz için ya da tehdit edildiğimiz ve uygun mecralar bulamadığımız için yapamıyoruz artık bu değerlendirmeleri. Obsesif bir şekilde yazılarımda taktığım bazı konular vardı. Çevre meselesi bunlardan biri. Çünkü Türkiye’de doğa, ne yazık ki vahşi bir şekilde katlediliyor.

Pelin Batu
ÖTEKİLERE SES VERDİM!

Bunun yanında bu adaletsizlik meselesi de hepimizin içini acıtan ve hepimize dokunan bir şey. Adaletsizlik nedir? Haksızlığa uğramak nedir? Hukukun olmadığı yerde büyük balığın küçük balığı yediği ve insanın kendini ifade etme zemininin yok olduğu bir yerdir. Ve bu maalesef her gün farklı örneklerle yaşadığımız bir durum. Dolayısıyla ben yazarken hep bunları yazıyordum. Bir de hep ötekilere ses vermeye çalışıyordum ve inanılmaz okur mektupları geliyordu. O kadar içleniyordum ki şu an anlatmam mümkün değil. Umarım önümüzdeki yıllarda tekrar yazabilirim. Ama ne yazık ki medyanın olmadığı yerlerde demokrasi de olmaz, ki yok da!”

“KÖRLER ÜLKESİ DEĞİL, GÜZELLİKLER ÜLKESİ KALKEDONYA”

Ve röportajımıza son verirken, buyurun Pelin Batu’nun muhteşem anlatımıyla Kadıköy: “Ailem Kadıköylü bir kere. Ve ben son iki sendir bir roman yazıyorum. Romanım 1950’lerde Kadıköy’de geçiyor. Bu romanı yazmak istememdeki tutku, babamın bana hep gençliğinin Kadıköy’ünü anlatması oldu. Doğma büyüme Kadıköylü, Modalı babam. Hep 1940’lı ve 50’li yılların Kadıköy’ünü ondan dinledim ve her zaman çok etkilendim. Şu anda da bambaşka bir dönemini, kendi Rönesans’ını yaşıyor bana kalırsa Kadıköy. Kurtarılmış bir bölge gibi şu an. Geçmişten bugüne sayfiye geri gibi bir nevi. İnsanların denize girdiği, bileziğini düşürünce kimsenin dönüp de almadığı, kadınların rahat rahat gezip, aile gazinolarında raks ettiği bir yer Kadıköy. Bugün farklı bir özgürlük yaşasa da Kadıköy, her zaman nefes alınan bir bölge olmuş. Ve bana kalırsa körler ülkesi değil, tam tersi güzellikler ülkesi Kalkedonya…”

Fotoğraflar: Gizem Sürücü Yılmaz

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın