Prof. Dr. Naci Görür: İstanbul’da 4 milyon kişi risk altında!

Yazar: Fevzi Özmen

Türkiye bir deprem bölgesi ve depremlerde on binlerce canımızı kaybediyoruz. Ulusal ve uluslararası bilim dünyasında tanınan Jeolog-Deprem Bilimci Prof. Dr. Naci Görür ile en son 6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ili etkileyen depremler sonrası yapılan çalışmalar, eksiklikler ve olası deprem tarihleri hakkında konuştuk.

Stres yoğunluğu ve stres birikimi nedir?

Faylarda stres birikimi, stres transferi şu anlama gelmektedir: Bilimsel açıdan stres, birim alana düşen kuvvet demektir. Metrekareye düşen kilogram açısından değer ifadesidir. Halk dilinde ise fayların özellikle sürtünme bölgelerinde kayaları parçalama gücüdür.

Depremin üzerinden bir yıl geçti. Siz birçok yere gidip, konuşmalar yapıyorsunuz. Halkta deprem konusunda değişen durumlar neler? Toplumsal açıdan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Gelişme bakımından farkındalık açısından görece olarak daha iyi diyebiliriz. Halk ve yerel yönetimler, özellikle ülkede meydana gelen depremlerden sonra bilinçli davranıyorlar. Bu konuda hassaslar, bir şeylerin yapılmasını istiyorlar. Özellikle İstanbul’da yapılacak mart seçimleri nedeniyle hem hükümet hem de muhalefet depremi ön plana alarak, deprem hazırlıklarının bilinciyle hareket ediyor. Halk da depremle ilgili bir şeylerin yapılmasını bekliyor. Fiziki hazırlık bakımından deprem bölgesinde henüz yeterince fazla bir şey yapılmadı, çünkü bu zaman alır. Deprem konusuna değinecek olursak, geçmişe nazaran toplumda hassasiyet daha iyi.

Depremle ilgili bazı bilim insanlarının farklı söylemleri var. Birisi çıkıp artçı deprem derken, diğeri deprem olduğunu söylüyor. Bu yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanlar neden öyle düşünüyor, merak ediyorum. İnsanlar korkularına çare bulmak için böyle davranıyor. Normal bir vatandaş açısından depremlerle ilgili artçı ya da öncü deprem olması hiçbir anlama gelmez. Kamuoyunda öncü mü diye merak eden vatandaşların endişesi, “Bunun arkasından daha büyük deprem gelir mi” merakıdır. Vatandaş, deprem korkusunu gidermek için böyle şeyleri duymaya ihtiyaç duyuyor. Böyle konuşanların amacı o problemi çözmek değil, sadece o korkunun verdiği yaklaşımı gidermek için bazı kişiler böyle konuşmaktadır.

Naci Görür

Kendisini bilim adamı olarak gören kişilerin vatandaş önünde depremin artçı mı yoksa öncü mü olduğunu tartışmasını yanlış buluyorum. Ciddi bilim adamlarında bilimin tartışılacağı yer akademik dünya, bilim platformları ve uluslararası konferansın yapıldığı yerdir. Bilim dünyasının içinde olmayanlar, böyle açıklamalar yaparak halk nezdinde kendine bir yer bulmaya çalışıyor. Bu kişileri incelerseniz, akademik kayıtları sıfıra yakındır. Dolayısıyla bunların ne dedikleri pek önemli değildir. Böyle kişileri pek umursamıyorum.

Depremin şiddeti ile Kandilli Rasathanesi ve AFAD arasında farklı açıklamalar yapıldı. Sizce bu durum neden kaynaklanıyor?

Bu hatalı, eksik ya da yanlış bilgi değildir. Sosyal medyada kim ne derse desin. Biri 7.8, diğeri 7.7 diye açıklayabilir. Bunda gizlilik ve yanlışlık olmaz. Genellikle deprem olur olmaz o depremin büyüklüğü, yeri hakkında o depremin olduğu yerde sismograf ağının, istasyona yakınlığı ve uzaklığı, mevcut olup olmayışı, sayısı gibi nedenlerle bazı ufak hatalar olabilir. Bu revize edilir ve doğru sonuç elde edilir. Depremin yoğunluğu hakkında küçük hata payları doğaldır ve bilimin ışığında normal kabul edilir. Toplumda o öyle dedi, bu böyle açıkladı gibi tespitler bilimle bağdaşmaz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri yaklaşıyor. “Depreme Dirençli Kentler” konusunu hep gündeme getiriyorsunuz. Bu konuda adaylarla konuştunuz mu?

Adayların kendileri benden bilgi, danışmanlık konusunda yardım istediler. İkisiyle de konuştuk. Deprem konusunda her parti de olumlu yaklaşıyor. Büyükşehirlerin adayları ve ilçe belediyelerin belediye başkan adaylarının çoğuyla da konuştuk. Konuşmaların çoğu da depremde kendi yapacak işleri, politikaları, izleyecek yolu belirlemek oldu. Ben de hepsine siyaset üstü kalmam kaydıyla inandığım, bildiğim her türlü bilgiyi paylaştım. Hangi partiden olursa olsun, insanlarımızın depremden ölmemesi için depremde doğru işi yapmak isteyen herkesin emrine amadeyiz.

İstanbul depremi bekleniyor. İstanbul’da bazı yapılar çok eski ve insanların da sosyo-ekonomik durumları ortada. Nüfus yoğunluğu fazla, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kuruldu. Kısa vadede İstanbul’un deprem eylem planı nasıl olmalı?

Şehrin çoğunun boşaltılması gibi bir durum söz konusu olamaz. Bazı çalışmalar yapılmakta. Şu an İstanbul’da 97 bin bina çok ağır hasar alacak ya da göçme tehlikesindedir. Dolayısıyla o binaların çok acil ya güçlendirilmesi ya da yıkılıp yeniden yapılması gerekiyor. 97 bin binadan bahsediyoruz. Hesap yaparsak; ona 100 bin bina diyelim, her bina en az 5 katlı olsa 500 bin kat yapar. Her kata 2 daire yapılsa, 1 milyon daire eder. Her dairede 4 kişi yaşarsa, 4 milyon insan demektir. O zaman 4 milyon insanın doğrudan etkilenebileceği deprem tehlikesi var. Küçümsenemeyecek bir şey. Bu kadar insan ölür demiyorum ama 4 milyon insan depremden etkilenecek. Çok hızlı bir şekilde bu 97 bin binadan işe başlamak gerekiyor. Binalar hem hükümet hem de yerel yönetimler tarafından saptanmış. Bu binaların deprem dirençli hale getirilmesi gerekiyor.

Belediyeler, hükümet ile birlikte hareket etmek zorundalar. İş birliğinin yapılması ve halkın da sürecin içinde olduğu mekanizmaların geliştirilmesi gerekir. Bu bahsedilen yaklaşık 100 bin bina fazla bina değil, yeniden yıkılıp yapılabilir. Bizim hükümetimiz bazen çıkıp diyebiliyor: “500 bin konut yapacağım.” Bu çok ağır hasarlı 100 bin bina da çok rahat yapılabilir. Siyasi amaç için değil, doğrudan İstanbul’un içine girerek yapabilir ama yapmıyorlar, çünkü kendilerinde olmayan büyükşehir ve bazı ilçe belediyeleri ile aralarında bir didişme yaşanıyor. Belediye ile hükümet didişiyor. Didişilerek bu işi nasıl yapmayı düşünüyorsunuz? İstanbul Büyükşehir Belediyesi, depremle ilgili kendi imkanlarıyla bir şey yapmak istiyor. Diğer taraftan da hükümet, kendi partisi bağlamında bir şeyler söylüyor ve bu çekişme böyle devam ediyor. Birlikte hareket etmedikleri sürece çok sıkıntılı görüyorum.

Bu binaları güçlendirmek ya da yıkıp yeniden yapmak varken, bazı yeleri rezerv alanı olarak tespit edip, buralara yeni bina yapacağız diyorlar. Bu yanlıştır. İstanbul’da böylelikle bina sayısını arttırıyorsun. Deprem beklenen bir ilde yapılamaması gereken en önemli iki durum vardır. Birincisi bina yoğunluğunu arttırmamak, ikincisi ise insan yoğunluğunu arttırmamaktır. Bina ne kadar fazla olursa, insan da o kadar fazla olur. Depremde de çok insan hayatını kaybeder. Rezerv alanlarıyla sayıları arttırmak olmaz. Çünkü bu iş, o zaman müteahhitlik projesine dönüyor. Daha fazla rant ya da daha fazla oy anlamına geliyor. İstanbul’u hiç bilmeyen insanlar, İstanbul’da yeni yapılan renkli ve devasal binaları gördüğünde etkileniyor. Rezerv alan ile yeni binalar yapılması yerine çok ağır hasarlı binaları yeniden yapmak daha iyi. İlla rezerv alan ile bir şey yapılacaksa, oraya prefabrik konteynerler yapılmalı. O 97 bin binada yaşayan insanlar, evleri yeniden yıkılıp yapılana kadar o konteynerlerde 1-2 sene misafir edilmeli. İnsanların evleri yapılıp güçlendirilsin, oraya tekrar yerleştirilsin. Bina sayısı ve nüfus artmasın.

Bir diğer ihtimal de çok ağır hasarlı 97 bin bina yıkılıp, belirlenen rezerv alanında bu yapılacaksa ve binalarda yaşayan insanlar buraya taşınacaksa, o 97 bin binayı yıkıp, yeşil alana çevirsinler. Bu ihtimal de olabilir. Binalarla ilgili söylediklerim yapılmalı. Bir de halka “Evinizi yıkıp, yeniden yapacaksınız. Alın size 3-5 bin kira desteği. Yarısını biz vereceğiz” demek de çözüm değil. İnsanlar ekonomik olarak zaten geçinemiyor, verilen kira desteği ile kirada oturamaz. O hükümetin verdiği Yarısı Bizden Kampanyası ile binasını yeniden yıkıp, yakamaz. İstanbul’da bir evin yarısı bile şu anda maliyet açısından 2-3 milyon değerinde. Devlet o zaman o bahsettiğimiz 97 bin binanın sahibinden çok uzun dönemde, onun ödeyebileceği kredileri karşılayabilecek ve olanak sağlayacak. Vatandaşlar bu konuda ekonomik açıdan zorlanmamalı.

6 Şubat depreminde 11 il arasından en çok etkilenen Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya’da oy almak uğruna evlerinizi 1 yıl içinde yapıp, teslim edeceğiz dendi ama gidip gördüğümüzde hala yıkımlar devam ediyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeterince organize olamadığımız ve olanaklarımız ekonomik açıdan kısıtlı olduğundan planlı, programlı bir şekilde bu işi beceremiyoruz. Ne yapacağımızı bilmiş planımız, programımız, ona göre paramız olsa daha hızlı ve daha güvenli yapabiliriz. Bölgeye baktığımızda çocukların bazıları evde, bazıları da konteynerde yaşıyor. Ona göre ekonomik açıdan iyi olsak, daha hızlı yapabiliriz. Bazı yerlerde çalışmaların eksik olduğunu görüyoruz. Bu da devlet ve halkın organize olmadığını gösteriyor.

Çocuklarla ilgili depremi anlatan bir çocuk kitabı yazdınız. Kitabı okuyup, kitaptan etkilenen, ileride sizin mesleği yapmak isteyen çocuklara mesajınız nedir? Çocuk kitabı yazmanızdaki temel düşünce nasıl oluştu?

Kitabı yazarken şunu düşündüm; halkın kendisi eğer arzu edilen şablon içerisinde olmazsa o halkla, o halkın oluşturduğu toplulukla hiçbir şey olmaz. Bir toplum bilime önem verip, bilgi toplumu olursa, davranış ve tutumlarında evrensel bilim kuralları etkin olursa, o dünyanın sayılı toplumları arasına girer. Dünyaya icat yapan, yeni buluşları getiren, insanlığın ve bilimin gelişimine o toplum önayak olur ama böyle olmayan toplumlar hep ayaktakımıdır. İşi engellerler, zaten sonuç olarak çoğu peşmürde oluyor. Zaten sonuç olarak silinip gidiyorlar ve ölüyorlar. Dünyada sıralamada geride yer alıyorlar. Bu topluluklarda insan sevgisi, insan hakları, kadın hakları olmuyor. Böyle toplumları mı kendinize örnek alacaksınız, yoksa diğer toplumları mı?

Bir deprem ülkesi düşünün. Deprem bilgisi gelişmemiş, değerlendirme yapamayan, anlamayan, araştırmayan, düşünmeyen, bilimsel bilgiye ulaşamayan, depremi takdir-i ilahi olarak gören ve yanlış bir inançla yorumlayan, hiçbir iş yapmayan, yöneticilerine rağmen kaçak göçek bina yapan, imar ve iskana uymayan, her türlü rüşvet ve birtakım olumsuz işlerin içinde olan toplum, deprem ülkesinde telef olur. Her depremde on bin, elli bin, yüz bin kişi hayatını kaybediyor. Bu yakışmıyor. Özellikle kendi milletimize hiç yakıştıramıyorum.

Bunun örnekleri var, Japonya’da bizden daha şiddetli depremler meydana geliyor. Günlük hayatları değişmiyor. 3-5 kişi tesadüfen ölüyor. Neden bu durum böyle? İşin püf noktası eğitim. Japon halkı eğitilmiş, karakterli, ahlaklı, düzgün, yanlış yapmayan, bilime inanan, bilgiye önem veren, araştıran bir toplum. Deprem konusunda da eğitime anaokulundan başlıyorlar. Japon halkında küçüklükten başlayan bir deprem kültürü bilinci, deprem farkındalığı, depremden korunma yöntemleri, bilgisi, araştırması var. Biz de bunların hiçbiri yok. Onun için deprem bilgisini küçüklükten almaya başlayan Japonlarda ölüm olmazken, biz yüz bin kişiyi toprağa gömüyoruz. Onun için deprem eğitiminin anaokulunda başlaması gerektiğini düşünerek o çocuk kitabını yazdım. Bizde depremle ilgili kitap yazıldığında akla kafanı tut, yat yere anlaşılıyor. O da olsun ama depremin ne olduğunu, neden olduğunu, bizim ülkemizin neden deprem ürettiğini ilk kez o çocuk kitabında yazdım. Niye bu ülkede depremin olduğunu anlayacakları dilden yazdım. Çocuğa “Sıranın altına gir, kafanı tut” demek yeterli değil. Çocuğun deprem ile ilgili bilinci gelişsin. Çocuk yaşadığı yerin önemini bilmeli.

Depremlerde sadece müteahhitlerin yargılanıp, diğer sorumluların yargılanmaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Depremde yıkılan binalarda ölen insanlarda en az suçlu olan aslında müteahhitlerdir. Normal olarak o işin belediye başkanı, o işle ilgili o belediyenin çalışanları, imarı ve iskanı verenler, imzalayanlar, kontrol amirleri, kontrol sistemleri, bütün onlar sorumlu olmalı. Sorumluluk, hükümete kadar devam etmelidir.

Deprem olan yerlerde artçılar devam edecek mi? Deprem bölgesinden gidip, geri dönmek isteyenler var. Deprem konusunda endişeleri devam ediyor. Bu konuyla görüşünüz nedir?

Fay gözlemlerini düşünün. Kahramanmaraş’tan Hatay’a kadar olan oradaki fay, Doğu Anadolu’nun kesimi ve Ölüdeniz fayı boydan boya kırıldı. Fay kırığı, 10-15 kilometre devam eden bir düzlemdir. Düzlemin her iki tarafında farklı bloklar var. Düzlem büyük ölçüde kırıldığı zaman, öyle tamamı bir seferde kırılmıyor, farklı yerlerden farklı kırıklar oluyor. Yeryüzünden takip edildiğinde parça parça kırıkları görüyoruz. Bunlar büyük depremi oluşturuyor. Kırılmamış küçük küçük kısımlar daha sonra kırılıyor. Diyelim ki 6 Şubat’ta büyük fay büyük ölçüde kırılıyor ama 6 Şubat’tan sonra parça parça, küçük küçük yerler daha sonra kırılıyor. Küçük depremler üretiyor. Onlara da artçı depremler diyoruz. Aşağı yukarı böyle büyük depremlerden sonra, 7.8- 7.7 gibi depremlerden sonra bu artçı depremler bir seneden fazla sürer. Dolayısıyla o bölgede 4-5 ay belli ölçüde aralıklarla sürecektir. Zaman geçtikçe hem aralıkları açılacak hem de büyüklükleri azalır. Artçı depremlerden korkmamak gerekiyor. Toplumsal bir algı var.

Belediyelere karot testi açısından ekonomik olarak yaklaşmayan, maddi gücü yetersiz binalarda yaşayan insanlar var. 20 yıl çalışıp, kendine daire alan vatandaşın durumu, karot sonucu riskli gelen binadan taşınmaya olanak sağlamıyor. Bunun için ne yapılabilir?

Karot testinde bina riskli çıktıysa, o insan taşınmalı ya da bina güçlendirilmelidir. Maddi gücü yetersiz diye öleceğini bilerek orada yaşamamalı. Devlet tarafından desteklenmelidir. Burada mücadele etmeli. Mücadele edeceği kişiler, o oturduğu ilçenin siyasileri ve hükümet olmalı. Oy verirken onlardan talep etmeli. İlçeyi depreme dirençli kent haline getiren siyasiden hesap sorabilecek, sivil toplum kuruluşu kuracak. Oy verirken oy verdiği kişiyle pazarlık etmeli, istediklerini ifade etmeli. EYT’liler, metal işçileri, atanamayan öğretmenler, doktorlar, kendilerinden oy isteyen kişilerle nasıl mücadele edip konsensüs oluşturuyorsa, binası riskli olanlar da “Depremde ölmek istemiyoruz. Bize bu şartları sağlayacaksın” deyip, demokratik anlamda hak isteme ve oy verme anlayışı olmalıdır. Talep etmeleri gerekiyor.

Kentsel dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu tür projelerde halkın belediyeler ve merkezi hükümet ile ilgili rant politikaları hakkındaki eleştirilerine ne diyorsunuz?

Hükümetin ve yerel yönetimlerin böyle düşündürmemesi gerekir, adil ve şeffaf olması gerekir. Aynı zamanda vatandaşın hayatını tehlikeye sokacak binalar hakkında vatandaşın onayını beklemeden uygun şartlar ayarlanıp, binalar yıkılıp, depreme uygun bir şekilde yapılmalıdır. Hangi binanın yıkılacağı, nereye bina yapılacağı siyasi bir karar değil; o bölgenin zemininin, jeolojik özelliklerinin, deprem parametrelerinin özelliklerine bağlı olarak yapılması gerekir. “Ben siyasi iradeyim, istediğimi yaparım” anlayışı olmamalıdır.

İstanbul depreminin zamanı ile ilgili yapılan haberler ve yorumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bilimsel olmayan söylemlere göre deprem tahmini yapılamaz, ancak iki zaman arasında bir periyot hakkında konuşulabilinir. Örneğin, 1999 depreminden sonra yapılan sismik araştırmalar sonucunda 30 yıl içerisinde 7.8 civarında bir şiddette deprem olma olasılığı yüzde 64 olarak hesaplandı. Bu veri fayın hızına, fayın tarihsel deprem üretme periyoduna ve o bölgedeki stres transferine, yani fayın yanındaki depremlerin fayı etkileme oranına göre değişmektedir. Bunun en güzel örmeği, 6 Şubat’ta Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde meydana gelen depremde görüldü. Öncelikle Gaziantep, Kahramanmaraş depremleri yaşandı. Bu depremden 9 saat sonra Çardak Fayı kırıldı. Gaziantep depremi olmasaydı, bu fay kırılmayacaktı. Bir başka örnek vermek gerekirse, İstanbul’da 1766 yılında Adalar Fayı kırıldı, arkasından 3 ay sonra Kumburgaz Fayı kırıldı. 1999 depreminde de gördük; önce Gölcük Fayı kırıldı, 3 ay sonra da Düzce Fayı kırıldı. Değirmendere depremi olmasaydı, Düzce Fayı’nın 3-5 yıl sonrası kırılması bekleniyordu. Dolayısıyla bir depremin ne zaman olacağı hakkındaki hesaplamalar, GPS çalışmalarına göre yapılıyor. GPS çalışmalarının hepsi bilimsel yöntemlere dayanıyor. Bu çalışmaların sonuçlarının ortalamalarına göre deprem zamanı, periyodu veriliyor.

Jeoloji Mühendisleri Odası, 18 il için deprem raporu yayınladı. Yakın zamanda sizin deprem beklediğiniz bir bölge var mı?

Yakın tarihte deprem beklediğimiz yerlerden biri Tunceli ve çevresidir. Özellikle Pülümür ilçesindedir.

Son sözünüz ve önerileriniz neler?

Depremlerde mağdur olmamak için toplum bilincinin yükseltilmesi gerekir, sivil toplum kuruluşlarında yer almaları gerekir. Depremler sonrasında can ve mal kayıpları olmaktadır. Son depremde olduğu gibi yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi, haksızlıkların olmaması için birey ve toplum bilincinin yükseltilmesi ve bilimsel verileri yayınlayan, bilimsel uyarıları dile getiren kurumlar dikkate alınmalıdır.

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın