Salah Birsel: Yazmaya ara verdiğimden bahsetmeyin

Yazar: Nusret Karaca

“Bazı yazılar vardır eskimez” derim. Salah Birsel ile ilgili daha önce yazdığım yazılar için de öyle… O yüzden aramızdan ayrılışının bu yıldönümünde, ustayı daha önceki yazılarımdan bir bölüm ve Haliç Edebiyat Dergisi Kasım 1998 sayısında yayımlanmış son söyleşisi ile anımsamak ve anımsatmak istedim. Bu kez başlık olarak söyleşi içinden seçtim. Yaşarken bizden istediğiydi, yazmaya ara verdiğinden söz etmemek. Şimdi aramızda değil. Ben de her yönü ve sözü bilinmeli, öğrenilmeli edebiyat dünyası için düşüncesi ile seçtim bu başlığı.

Bir de son günlerine kadar yaşamını sürdürdüğü evinin bulunduğu Çatalçeşme’de veya Kadıköy’de uygun herhangi bir yere “Salah Birsel” adı verilse; cadde, sokak, meydan, vb. gibi… Ne anlamlı olur. Bence geç bile kalındı!


Kitap raflarındaki arşivlerden iner, yüreklerde bırakılan izler ve yaşanmışlık, vefa yeniden dile gelir ustaların anısına. Yıl 1999, Mart ayının 10. günü… Çatalçeşme’deki evinden acı haberi alıyoruz. Türk edebiyatının ustalarından biri daha, deneme ve şiirleriyle yakından tanınan Salah Birsel yok artık aramızda…

Artık salı günleri Bostancı’da gerçekleştirdiğimiz söyleşiler ve şiir dinletileri yok. Geride onunla yaptığım ve yaşarken yayımlanmış son söyleşisi kaldı Haliç Edebiyat Dergisi’nde… Bir de bana gurur veren ve onur duyduğum, el yazı ve imzalı, övgü dolu cümleleri arşivimde… Şimdi birkaç dost ve bizim gibi birkaç dergi yer veriyor böyle yıldönümlerinde. Belki de hiç ara vermeden yalnız biz… Bazen de yazı gönderdiğimizde anımsatan ve bizim imzamızı göstermeden yeniden kaleme alanlar. Olsun! Anımsatmaya aracı olmak bile bir vefa…

Salah Birsel

Oysa neler söylenmişti arkasından… “Beyoğlu ıssız ve karanlık” diyordu Selim İleri… Oktay Akbal ise binlerce anısı olduğunu yazmıştı ustayla… Sunay Akın; “Neler öğrenmedik ki Salah Birsel’den” derken, daha sonra onu arada bir de olsa gündeme getirmekle TV ekranlarına taşıyordu. Refik Durbaş’ın “Sevdik seni ey insan” haykırışını unutmak mümkün mü? Daha nice güzel insan, güzel dostları… Biz mi? Her zaman…

* * *

Kimse inanmaz hafif makineliyle öldüğüme
Veya ayrıldığıma dünyadan
Benim de başkentte bir odam, şiir kitaplarım,
Üniversitede adım ve arkadaşlarım vardı
Ünüm de olurdu
Yaşasaydım…

(Salah Birsel)

* * *

Evet, Zeynep Oral ardından “Salah Bey tarihinde son sayfa” demişti. Biz de yıldönümünde yeni bir sayfa daha açtık edebiyat tarihinde, başlığı da şöyle koyduk: SALAH BİRSEL UNUTULMAMALI…

* * *

(Ölümünden önce yayımlanmış son söyleşisi)

SALAH BİRSEL: YAZMAYA ARA VERDİĞİMDEN BAHSETMEYİN…

Türk edebiyatına 51 eser kazandırmış bir denemeci Salah Birsel… Roman ve şiirler yazmış, günlükler tutmuş, çeviriler yapmış. Kısacası o bir usta… Şimdilerde yaşamı Çatalçeşme’deki evi, Bostancı İstasyon Çay Bahçesi ve Hatay Lokantası üçgeni arasında geçiyor. Sağlığı ise iyi değil. Son zamanlarda yalnızca Hatay Lokantası’nda Salı Şiir Matineleri’ne katılıyor. Zaman zaman da perşembe günleri Edebiyat Söyleşileri’ne… Yazmaya ara vermiş. “Yazmayı bıraktığımdan bahsetme Nusret Karaca, bakarsın yine yazarım” diyor. Hala umut dolu. Sağlığı nedeniyle yazamamak oldukça etkilemiş onu. Bu her halinden belli oluyor.

Salah Birsel’i Bostancı’da 6-7 yıl önce köhne bir çay ocağında, Müslüm Çelik’le sık sık beraber olduğu zamanlar tanıdım. Sonra bir gün Bostancı Çay Bahçesi’nde kitabımı armağan etmiştim. Beni daha önce tanımasına rağmen o gün pek yakın davranmamıştı. Ben de ona karşı uzak durmayı yeğlemiştim. Ancak salı günleri şiir matinelerine katılıyordum. Zaman içerisinde beni ve şiirlerimi tanıdı. Bir gün Bostancı Çay Bahçesi’nde yanına çağırdı, “Salı günleri mutlaka bekliyorum” dedi. O günden sonra onu daha yakından tanıma fırsatı buldum. Bir keresinde “Seni tanımaktan memnunum Nusret Karaca” dedi. “Tanıştığımız anı hatırlıyor musun?” Güldüm, yanıt vermedim. Konuyu kapatmaya çalıştım. Salı matinelerini kaçırmamaya gayret ettim.

Yine bir salı matinesi oldukça yorgundu. Cesaretimi topladım, “Hocam” dedim; “Kısa bir süre söyleşi yapalım mı?” “Olur Karaca” dedi; “14 Kasım benim yaş günüm, 80 yaşıma gireceğim.” “Öyleyse ayak üstü bir söyleşi olsun hocam” dedim, “Sizi fazla yormayacağım.” Anlatmaya başladı:

“Yazmaya 8 yaşında başladım. Eskiden bizde misafirlere şerbet ikram edilirdi. Misafirler, bardaktaki şerbetin tamamını içmezdi. Ben bunun nedenini sorduğumda, bana nezaketen olduğunu söylerlerdi. Ben de ‘Nezakatenmiş’ adlı bir öykü yazdım. Daha sonra o öykü çalındı. 12 yaşında ‘Seher Yıldızı’ adlı 120 sayfalık bir roman yazdım. “Kızıl Ok’un Esrarı” ve “Mahkumun Piçi” adlı 100’er sayfada bıraktığım iki roman denemem daha oldu, ancak onları tamamlayamadım. Örneğin, “Kızıl Ok’un Esrarı”nı ben bile çözememiştim. Her gün on sayfa yazmadan o gün masadan kalkmazdım. On sayfayı bitiremeyeceğimi anlasam, diyaloglarla o 10 sayfayı muhakkak tamamlardım. 1957 yılında bir roman daha yazdım; ‘Dört Köşeli Üçgen’. Onu Ankara Ulus Gazetesi tefrika halinde verdi. Daha sonra bu roman basıldı. Ben burada düşünce romanını denedim. Türk edebiyatında düşünce romanı azdır, Fransızlar buna ‘Roman Entelektüel’ derler. Bunu ilk kez ben denedim. Daha sonra Melih Cevdet Anday, “Gizli Emir” adlı düşünce romanını yazdı.”

Okul sıralarında da yazdığınızdan bahsetmiştiniz…

Evet, ilkokulda “Serçe” adlı bir dergi çıkarıyorduk. Ortaokul ve lisede de dergi çıkarmaya devam ettik. Bunlar küçük dergilerdi.

Şiirleriniz hakkında çok farklı düşünceler var. Sizi daha çok deneme ustası olarak görüyorlar…

Evet; Emre Aköz, “Türk edebiyatında deneme denince Salah Birsel akla gelir” demişti. Bu doğrudur, ancak ben sadece deneme yazmadım. Şiire gelince, 1939 yılındaki ilk şiir kitabım “Orijinal Adam Kendini Yedi”dir. İstanbul’a gelince Nail Çakırhan’la görüştüm, yıl 1939’du. O yıl ücretli öğretmenlik yapmıştım. Elimdeki 40 lirayı Cağaloğlu’nda onun tanıştırdığı bir yayınevine vermiştim. Şiirlerimi İzmir’den postalayacağımı söylemiştim. Ancak ben şiirleri göndermedim. Yıllar geçti… Nail Çakırhan beni ve eşimi Bodrum’da ağırladı. Ne o ne de ben bu konudan bahsetmedik.

İlk şiir kitabınız ne zaman yayımlandı?

İlk şiir kitabım 1947’de “Dünya İşleri” adıyla yayımlandı. 1955’de “Hacivat’ın Karısı”, 1960’ta “Ases”, 1961’de “Kikirikname”, 1972 “Haydar Haydar” yayımlandı. Daha sonra Türkiye İş Bankası, “Köçekçeler” adı altında bunları tek bir kitap halinde yayımladı. Ferit Edgü de “Salah Birsel’in Bütün Şiirleri” (1986) adıyla bastı bu şiirleri. Yapı Kredi “Varduman”ı bastı. Adam Yayınları; “Çarleston”, “Rumba Da Rumba”, “Seni Sevdim Ey İnsan”, “Baş ve Ayak” isimli şiir kitaplarımı yayımladı.

Sizin genç edebiyatçılara önerdiğiniz bir kitabınız daha var, “Şiirin İlkeleri”. Bu kitabı ne zaman yayımladınız?

“Şiirlerin İlkeleri”ni 1947 yılında yazmaya başladım, 1952 Ocak ayında tamamlandı. Bu kitabı Naim Tiralı, Yenilik Yayınları’ndan basmış ve 5-6 baskısı olmuştur. En son Broy Yayınları tarafından basıldı.

Günlük ve denemelerinize geçelim hocam…

1949 yılında günlük tutmaya başladım. 1947 yılında Falih Rıfkı Atay’ın “Cumhuriyet’te Günlük” ve “Gündelik” adlı iki yazısı çıkmıştır. Ben “günlük” kelimesini tuttum. Günlüğümün ilk yazısı 1950 yılında, “5 Sanat Dergisi”nin ocak sayısında yayınlandı. Toplam 8-9 cilt günlüğüm vardır. En son günlüğüm, Adam Yayınları’ndan çıkan “Papağanname”dir.

Türkiye’de ilk günlüklerden sık sık söz ediyorsunuz. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?

1897 yılında Direktör Ali Bey’in Hindistan seyahati, “Seyahat Jurnali” adıyla basılmıştır. Daha sonra bir tarih profesörünün “Kafkas Yolları” adlı eseri günlük, tam anlamıyla günlük olmasa da ilk örneklerdir. Ayrıca şair Nigar Hanımefendi’nin çocukları, onun notlarını 1957 yılında “Hayatım” adıyla bastırmışlardır. Bu notların ancak 3-4 formasıdır, gerisi Tevfik Fikret Müzesi’ne armağan edilmiştir. Bunların yayımlanma çabaları da sonuçsuz kalmıştı. Bundan 3-4 yıl sonra Nurullah Ataç günce yazmış, ancak tutmamıştır.

Sinema eleştirileriniz de var mı?

1955 yılından sonra İstanbul’da bazı gazetelerde “Vatan”, “Yeni Sabah” sinema eleştirileri yazdım. Bu eleştirilerden bazılarını “Sinema Bin Yüzlü Adam” adlı kitapta topladım.

Hocam biraz daha denemelerinizden bahseder misiniz?

1969 yılında “Kendimle Konuşmalar” adıyla bir deneme kitabı yazdım. Bu denemeler genellikle küçük denemelerdi. 1972 yılından sora kendimi denemelere verdim, ancak bunlar uzun denemelerdi.

Denemelerinizin tutması size göre neden kaynaklanıyor?

Denemelerim Türkçe’nin sevilmesi nedeniyle tutuldu diyebiliriz.

Teşekkür ediyorum hocam, kalkalım.

Kalkalım Karaca, çay bahçesine gidelim.

* * *

Masadan kalktık, Bostancı Çay Bahçesi’ne gittik. Alp Kuran ve Necati Tosuner de oradaydı. Akşam üzeri yine “Haydi Karaca” dedi. Koluna girdim, Çatalçeşme’deki evine doğru yola çıktık.

* * *

1919 Bandırma doğumlu, iş müfettişi öğretmen, edebiyatçı Salah Birsel, 80 yaşına hala yazmak umuduyla giriyor. Bir zamanlar günde 18 saat yazı yazan üstad, son zamanlarda şiirle soluk alıyor. Kendi okumasa da şiir okuyanları eleştiriyor, onlara kendine özgü esprileriyle yaklaşıyor. Daha çok “Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu” ve “Boğaziçi Şıngır Mıngır” ile tanıştığımız Salah Birsel, salı günleri Bostancı Hatay’da. Buyurun bir bardak çay içmeye ve bir yudum şiire… Buyurun bir ustayı tanımaya, çok geç olmadan…

Nusret Karaca objektifinden, Salah Birsel Bostancı Hatay Restoran Salı Edebiyat Toplantıları’na ait bir kare…
k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

1 yorum

Ferhunde Şen 5 Aralık 2022 - 09:07

Harika! Salah Birsel’i daha fazla tanımaktan onur duydum, zevk dıydum, katkı aldım kendime. Büyük usta hep yanımızda bize yoldaş.

Cevap Ver

Bir yorum bırakın